BİR GÜN GELİR, HATIRLARSINIZ

Yıl 1965 veya 1966, henüz ilk okula başlamamıştım. Yani 5-6 yaşlarındayım.

Palu Karşıbahçeler Değirmenbaşı mevkiinde oturuyoruz.

Babam beni bahçe komşumuz olan Muro Şabangil’in Fikri Koca Hoca’ya Kur’an okumaya gönderdi. Fikri Hoca, o zamanlar Palu Çarşıbaşı Ulu Camii’nde kayyım müezzin olarak görev yapıyordu.

Onların bahçesiyle bizim bahçe arasında bir bahçe ve şehre inen bir yol vardı. Daha önceleri sekiz değirmen ve bir dinki çalıştıran, aynı zamanda bütün bahçeleri sulayan bu su, bahçemizin içinden geçtikten sonra yol boyu Fikri Hocagil’in bahçesinden aşağı bahçelere ve değirmenlere doğru akardı. 

BİZ BU HALE NASIL GELDİK / GETİRİLDİK

Aziz diye bilinen ilimizde gün geçmiyor ki kanlı bir olay yaşanmasın.

Her gün kan akıyor bu şehirde,

Bıçaklı ve silahlı saldırılar, yaralamalar, ölümler…

Geçen hafta yine ilimizde silahlı çatışma sonucu üç can daha gitti.

Eller ya sopada ya bıçakta ya da silahta.

En ufak bir şeyde her kes birbirini boğazlamak için adeta tetikte bekliyor.

İnsanlar birbirlerini öldürüyor.

Sokakta, caddede, iş yerlerinde insanların kanları akıyor bu şehirde.

MADEN-İ HÜMAYUN - 2

Geçen yazımızda başladığımız 1850’de Maden’de İzabe Tesisi Vardı konusuna bu hafta da devam ediyoruz.

“Ergani Maden-i Hümâyûnu bir suyolu ile dokuz adet mağaradan ibaret olup bu mağaralardan altısı madenciler ve devlet tarafından işletilmekte ve üç suyolu da menfez olarak kabul edilmiştir.

Belirtilen bu suyolu ve dokuz adet mağarada yapılan yeniliklerle geçen seneler 30.000 küfe (küfesi 300 kıyyedir) cevher ihraç olunmakta ve hâlihazırda bu miktarın iki misli ihraç olunur.

MADEN-İ HÜMAYUN - 1

İlimizin gündemden düşmeyen konulardan biri de Maden bakır rezervleri, bakır işletmeleri, bu işletmelerin ihalesi ve Danıştay’ın son kararı…

26 Ekim 2022 Çarşamba günkü gazetemizin manşeti de yine aynı konuydu.

İlimizle ve özellikle ilçelerimiz ile ilgili sorun ve çözüm önerileri ortaya koyarak bir nevi şehrin röntgenini çeken HAZARSAM Başkanı Sayın Prof. Dr. Bilal Çoban’nın Maden dosyası gündeme getirilerek; “1850’de Maden’de İzabe Tesisi Vardı” manşeti atılmıştı.

Osmanlı Vilayet Salnâmeleri’nde Maden-i Hümayun olarak Ergani Madeni’nde çıkarılan bakır madeninden ve Keban Maden-i Hümayun’u olarak da Keban’da çıkarılan gümüş madeninden detaylı olarak bahsedilir.

KARADAYI - 5

geçen haftadan devam…

Hasılı o gece Karadayı’yı alt katta küçük bir yere yatırdık ve bol ateşli bir mangal koyduk, bir tas da sıcak çorba içirdik. Biraz nefes aldı ve konuştu:

- Haydi siz gidin evlat, rahatsız olmayın. Allah razı olsun, Allah sizi korusun. Ben şimdilik iyiyim. Lakin ölsem ne iyi olacak, artık sabahı görmek istemiyorum. Neden bu kadar uzun yaşadım çünkü, bu gece ölürsem çok rahat öleceğim. Çünkü Karadayı için burasından daha rahat bir ölüm döşeği bulunmaz. Haydi haydi siz gidin rahatınıza bakın.

KARADAYI - 4

geçen haftadan devam…

Çalıştım, çabaladım. Burada namuslu, kendi halinde bir aile babası oldum. Lakin oğul; Karadayı burada da içinin bütün ateşini dışarı vuran alev gibi, bir ah çekti ve devam etti.

Lakin oğul; felek bana yar olmadı, bahtım beni güldürmedi, kader bana bunu çok görmüştü. Karım iyi bir hatundu. Gül gibi geçinip giderken ve onu pek çok sevdiğim bir zamanda elimden aldı. İki oğlum küçük yaşında talihsiz babalarının kucağında kaldılar. 

KARADAYI – 3

geçen haftadan devam…

Dudaklarında bir tebessüm gerili kaldı, başını önüne eğmişti. Gülüyor mu yoksa ağlıyor mu idi? Yüzünde pek hazin ve pek acınacak bir hal vardı. O anda muhakkak ki içinde bir alem yıkılmıştı. Ve mazinin kim bilir bir ihtilacı çırpınıyordu. Dudaklarında hala o gergin tebessüm vardı. Sanki gülerken birdenbire donmuş ve öylece taş kesilmiş gibi idi. Benim de yüreğimde ince bir ağrı hasıl olmuştu. Keşki sormasa idim. Diye düşünüyordum. O birdenbire başını kaldırdı:

- Ah, ah Küçük Bey; bilmeden beni ta yüreğimden vurdun, içimi kanattın. Nedeceksin, benim kara gönlü ömrümü nedeceksin? O bir zehir deryasıdır, seni içinde boğmak istemem. Gel vazgeç bundan. Karadayı’yı hakikaten çok müteessir etmiştim. Sorduğuma soracağıma pişman oldum.

KARADAYI - 2

geçen haftadan devam…

Benim hıçkırıklarım ve yahut köpeğin mırıltıları Karadayı’yı kendine getirmişti. Gözlerini yavaş yavaş açtı evvela bana ve sonra köpeğe baktı. Yanaklarının çukurlarında toplanan yaşları yumruğu ile sildi ve göğsünü doldurup kabartan bir iç çekişle doğruldu. Köpeğin başını okşayarak ayağa kalktı. Beni hiç görmüyordu, yüzüme bakmıyordu. Yürümek istedi. Dizlerine sarılarak:

- Karadayı, beni affet; bir daha bir şey yapmayacağım, hıçkırıklar sesimi kesiyor, boğazım kumla dolmuş gibi sesim çıkmıyordu. O, evvela beni silkip fırlatmak ve yoluna devam ister gibi bir vaziyet aldı, fakat yapmadı. Yüzümü elleri ile tutup kaldırdı. Gözlerimin içine bakarak, tıpkı köpeği okşadığı gibi bir okşayışla başımı okşadı.

KARADAYI - 1

1935 - 1939 yılları arası Elazığ Halkevi’nin çıkarmış olduğu “Altan Dergisi”inden bir önceki yazımızda bahsetmiştik.

Bu derginin çıkarılış amacı, tek parti ideolojisinin pekiştirilmesi olmasına rağmen Elazığ ve çevresinin tanıtımını yapmakla birlikte araştırma ve incelemeler başta olmak üzere fikrî ve sosyal içerikli yazılar, şiirler ve hikayelere de yer verilmiştir.

30 yılların günlük hayatına, insanlar arasındaki ilişkilere, sosyal tabakalar arasında yaşanan traji-komik hadiselere ayna tutan ve zevkle okuyacağınız hikâyede, Karadayı’nın hazin yaşam öyküsünü ve toplumun değer yargılarını bulacaksınız.

ELAZIĞ YAZILI BASIN TARİHİ - 3

İlimizin de yakın geçmişinde kültürel hayatımıza yön veren gazetelerden sonra dergilerin tanıtımı ile devam ediyoruz.

Osmanlı döneminin sonlarına doğru yayımlanan ilk dergi; “Sadâ Mecmuası”dır. 

9 Zilkade 1327 (22 Kasım 1909) tarihinde yayınlanmış olan bu dergi on beş günlük tarihi, edebi ve ilmi bir Osmanlı Mecmuası olarak yayın hayatına girmiştir. Mamuret’ül-Aziz Vilayeti Matbaasında basılan Sadâ Mecmuası’nın yazarları  Muhammed Abdullah Cevdet, Mehmet Cevdetİdris Ulvi (Editör)’dir.