MADEN-İ HÜMAYUN - 2

Geçen yazımızda başladığımız 1850’de Maden’de İzabe Tesisi Vardı konusuna bu hafta da devam ediyoruz.

“Ergani Maden-i Hümâyûnu bir suyolu ile dokuz adet mağaradan ibaret olup bu mağaralardan altısı madenciler ve devlet tarafından işletilmekte ve üç suyolu da menfez olarak kabul edilmiştir.

Belirtilen bu suyolu ve dokuz adet mağarada yapılan yeniliklerle geçen seneler 30.000 küfe (küfesi 300 kıyyedir) cevher ihraç olunmakta ve hâlihazırda bu miktarın iki misli ihraç olunur.

Cindere’de bulunan mağaraların suyu alınarak belirtilen suyolu yetmiş sene önce Maden Emini bulunan merhum Yusuf Ziya Paşa zamanında maden çıkarılmıştır. Açılış zamanında mühendislik aletleri ile imal edilmediğinden düzensiz bir şekilde pek çok vakit kaybedilmiş ve akçeler telef olmuş ve hakkıyla açılmasına muvaffak olunamadığından olduğu gibi bırakılarak terk edilip kapatılmıştır. Üst tarafında bulunan mağaralarda çıkış yeri olmadığı için 1283 (1866) yılının Mart ayında şiddetli bir yağmur yağarak bir nolu mağaranın dışındaki diğer mağaralar yıkılmıştır.

Yıkılan bu mağaralar padişahın emriyle askerlerinden Miralay İsmail Hakkı Bey ve maden mühendislerinden Mösyö Avayis, özel yenileme memurları ile birlikte bu madene gelerek bu mağaralar tamir edilmiştir. Madenin yenilenmesi çalışmaları ile birlikte bir taraftan suyolunun hafriyatının alınarak açılmasına ve diğer taraftan yıkılan mağaraların fenne uygun yapılarak Allah’ın izniyle güzelce tamamlanmasına muvaffak olunmuştur. Suyolu iki el arabası yan yana geçebilecek kadar açtırılıp mağaralar içinde ne kadar toplanmış sular var ise tamamen boşaltılarak temizlenmiştir. Gerek bu suyolundan ve gerekse belirtilen mağaraların tabanlarından zengin cevher çıkarılmış ve senesinde 30.000 küfe kadar cevher çıkarılıp filika ocaklarında ateşle işlem yapılmıştır.

Suyolu tabir olunan bakırlı suyun keyfiyeti şöyledir ki sülfürlü bakır cevheri / kalkopirit tabakalarının bulunduğu yer üzerine kar ve yağmur yağdıktan sonra bu tabakalardan içeri geçerek suyun terkibinde bulunan oksijen ile bakır arasında bir kimyasal işlemler meydana gelerek su sülfürlü bakır cevheri / kalkopiritin yalnız bakırını alıp bakır oksit halinde suyolundan dışarı akmakta olduğu halde bu su içinde bulunan demir yine kimyasal işlemler meydana gelerek demir bir kaç gün zarfında ham bakıra dönüşür. Bu demir ham bakıra döndükten ve kal ocağında eritildikten sonra yüzde 50’den 60’a kadar saf bakır meydana gelir.

1285 senesinde 6.000 kıyye kadar Ergani Madeni’nde demirden dönüşmüş olan bakır pişirilerek (işlenmiş) Dersaadet’e gönderilmiştir. Bu sene dahi mevcut olan 9.000 kıyye kadar İstanbul’a gönderilmek üzere hazırlanmıştır.

Bu madende Macaristan usulü dört adet izabe fırını mevcut olarak daha önceleri bundan senelik 120.000 batman (bir batman altı kıyyedir) kadar hâsılat elde ediliyordu. 1285 (1868) senesinde 137.500 ve 1286 senesinde 150.000 batmandan fazla ham bakır çıkarılmıştır. 1287 (1870) senesinde 155.185, 1288 senesinde 170.449 batman ham bakır elde edilmiştir. 1289 (1872) senesinde idarenin izniyle bir adet fırın Madenciyan Ğavrail oğlu Makdisi Yusuf ve bir adet de devlete ait kalhanenin bitişiğinde yine Madenciyan tarafından bir adet kalhane yeniden yapılarak hizmete açılmış ve 1289 (1872) senesinde ham bakır hâsılatı 220.000 batmana ulaşmıştır. Bundan sonra seneden seneye artarak hâsılat vereceği bellidir.

Bu Maden-i Hümayun’da devletin ve madencilerin 204 adet filika ocakları vardır. Mayıs ayının başlangıcından itibaren başlanıp Teşrin-i Evvel sonuna kadar cevher çıkarılmaktadır. Bu cevherin eritilmesi için senelik 50.000’den 60.000 küfeye kadar yakacak sarf olunarak 20.000’den 30.000’e kadar yanmış cevher elde edilir.

Bu cevher mağaralardan çıkarıldığı haliyle izabe olunmayarak bunun içinde henüz cevher haline gelmeyen ve tuvenan (cevherin yer altından çıkarıldığı şekli) olarak adlandırılıp tecrübeyle diğerine oranla cevheri zengin olmayanlar ayrıldıktan sonra filika ocakları önüne sevk edilir. Öncelikle sergi diye adlandırılan düz ve havaya karşı bulunan yerde yığılarak bunun etrafı az miktarda odunla sarıldıktan sonra yakılmasıyla beraber bu cevher zaten kükürt ile karışık bir cisim olduğundan azar azar ateş alarak bir müddet kendi kendine yanar. Bu yanışında bununla çeşitli olan kükürtün ekserisi yok olduktan sonra birbirine bitişik tek bir cisim haline gelerek kendisinde ateş ve sıcaklığından eser kalmaz.

Kazma ve küskü gibi aletlerle koparılarak ufak ufak kırılıp filika ocaklarına gönderilir. Rüzgârın kuvveti vasıtasıyla izabede eriyinceye kadar yani bakırdan başka madde kalmayıncaya kadar filikalarda defalarca yakılıp kalıphanedeki fırınlarda izabe ile ham bakır eritilerek akıtılır ve tasfiye olunur. Daha önce belirtilen bu tuvenan istenilen kıvama gelince filikaların dışına atılarak kar ve yağmurun yağmasıyla bir müddet geçtikten sonra bunda bulunan tabii maddelerin tesiriyle altında bulunan toprak üzerine kara boya meydana gelir ki çalışanlar tarafından ihtiyaçları olanlara satılır.

Bu cevherin yukarıda belirtilen sergi ve filikalarda yakılması halinde bu cevherde bulunan maddelerin yanmasıyla meydana gelen dumanın insan ve hayvanın tahammül edemeyeceği derecede gayet sert ve tesirlidir. Yanma işleminde çalışanların bununla yakın temas etmeleri ve koklamalarından dolayı kendilerinde ve vücutlarında kötü bir tesiri olmadığını çalışanlar doğrulamışlardır.

Bununla beraber Cenab-ı Hak mutlak koruyucudur. Büyük Osmanlı Devleti’ni korusun. Âmin. Bu çevrede defalarca ortaya çıkan müthiş kolera hastalığı bu madene iki saat yakınlıkta olan köylerde ortaya çıktığı halde bu madende asla izi görülmemiştir. Bunun sebebi poyrazın devamlı esmesiyle bu madeni bir karantina haline getirmesi ve bu da havayı bütünüyle değiştirmesiyle meydana geldiği inkâr edilemez. Belirtilen bu cevherin sergi yerinde yanmasından sonra poyrazın çok eserek ateşi kuvvetlendirmesinden meydana gelen kükürt akar ve bu kükürt Madenciyan tarafından isteyenlere satılır. 

Bu madenin cevheri sınırsız olup ocaklarda gerekli olan yakacak kırma ve karartma kömürü seneden seneye uzaklaşarak şimdi 10-12 saatlik uzaklığa gitmiş ve bundan böyle da fazla uzaklaşacağı gibi fiyatça da artacağından şimdiden bir kolay yolu araştırılmadığı takdirde birkaç sene sonra yakacaktan dolayı sıkıntı çekilerek hasılatın azalmasına sebep olur. (…) Devletimiz ve padişahımız tarafından gerekli yenilemelerin yapılacağından ve tedbirlerin alınacağından şüphemiz yoktur.

Bu madene on iki saat mesafe doğu ve kuzey arasında olan Hoşin, Sivan ve Karabegan taraflarında ormanlar nihayetsiz olup 200 seneden fazla maden yakacağı olarak idare edecek kapasitededir. Bu ormanlardan kolayca faydalanmak için Sivan yoluyla araba ile bu yakacakları nakletmek üzere bir yol açılıp yaptırılması gereklidir.

Böyle bir yolun yapılması daha önceleri düşünülüp tasarlanmış, mühendis ve memurların gönderilmesiyle keşfi yapılmış, fakat çalışmalara başlanmamıştır. Bu maden için senelik 4 milyon kuruş sermaye konulmuş ve vilayetten yapılan havale ile 1290 (1873) senesinde Tokad’a nakledilecek olan bakırın nakliye ücreti karşılığı olmak üzere 1 milyon kuruş daha ilave edilerek 5 milyon kuruşa ulaşmıştır.”

[Batman: Miktarı bölgelere ve tartılacak şeylere göre değişen eski bir ağırlık ölçüsü. Bölgemizde 8 kg karşılığı; Dersaadet: İstanbulun eski ismi. Başkent. Saadet kapısı; Filika Ocağı: Erğitme, saflaştırma ocağı; İzabe Fırını: Maden ergitme ocağı; Kal: Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi; Kal ocağı: Kal işleminin yapıldığı ocak; Kalhane: Kal işi yapılan yer, dökümhane. Maden külçelerinin eritildiği yer; Kıyye: Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki 1.282 gram; Kibrit: Kükürt madeni; Küfe: Taze dallardan veya kamıştan örülmüş derin ve çeşitli boyda kaba sepet; Küskü: Taşa veya duvara delik açmak için kullanılan uzun, ağır ve bir ucu sivri demir; Teşrin-i Evvel: Ekim ayı.]

 

04.10.2022

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi