KORKU VE ÇARESİZLİK ANINDA ALLAH’I HATIRLAMAK

İnsan yaratılışı gereği kendisinden üstün çok yüce ve sonsuz bir gücün varlığını kabule eğilimlidir.

Kendi varlığının ve evrenin üstünde hâkim bir kudretin varlığını hissetmek insanın benliğinde doğuştan mevcuttur.

Bu kabiliyet/fıtrat Yüce Allah tarafından insana verilmiştir. Ancak, fıtratın yolunu bulmasını engelleyen iç ve dış faktörler vardır. İnsanlık tarihi fıtrat ile onu engelleyen duygusal, düşünsel ve toplumsal faktörler arasında geçen mücadelelere sahne olmuştur.

DEPREMİN SOSYOLOJİK YÖNÜ

Türkiye 2. deprem kuşağında yer almakta, topraklarının %93’ü aktif deprem kuşağında ve nüfusun %98’i deprem tehlikesi içerisinde bulunmaktadır.

Yapılan gözlem ve araştırmalar sonucu her 8 ayda bir ülkemizde hasar yapıcı deprem meydana gelmektedir.

Deprem çoğunlukla fiziki olarak meydana getirdiği sorunların yanında psikolojik ve sosyolojik sorunlara da yol açmaktadır.

DEPREM SONRASI…

Elazığ Kent Konseyi organizasyonuyla 22.02.2020 Cumartesi günü Belediye Kültür Merkezi’nde “Deprem ve Sonrası Şehrin İnşası” ismiyle bir panel düzenlendi.

Panele ilgi büyüktü ve yaklaşık iki buçuk saat süren panel, büyük bir dikkatle takip edildi.

Panelin moderatörlüğünü F. Ü. İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Coğrafya bölümünden Prof. Dr. M. Taner Şengün üstlenmişti.

SABIR; MAVERADAN GELEN İLAHİ SESE “LEBBEYK” DEMEKTİR

24 Ocak’ta meydana gelen deprem üzerinden 24 gün geçti. Kışın en soğuk günlerini yaşıyor Elazığ ve depremzedeler.

Depremin asıl acısı bundan sonra hissedilecek. Elazığ halkı tedirgin, perişan ve acılı…

Yine bu günlerde en çok duyduğumuz ve teleffuz ettiğimiz kelimelerden biri de “sabır” kelimesidir.

DEPREM FIRSATÇILARI

Deprem ve deprem sonrası en çok konuşulan telaffuz edilen kelime “fırsatçı” ve “fırsatçılık  kelimeleridir.

Fırsatçı; “yararlanabileceği en uygun zamanı bekleyen, uygun zaman kollayan, uygun zaman buldu mu her şeyi yapabilen (kimse).

Fırsatçılık; “güç durumlarda, davranışlarını ahlak kuralları veya düzenli bir düşünceden çok, çıkarlarına uyacak biçimde ayarlamayı amaçlayan tutum.

ZELZELE, KIYAMETİN KÜÇÜK PROVASI

Afetimizi de,

küçük kıyametimizi de

kendi ellerimizle hazırlıyoruz.

Türkiye, Elazığ’da meydana gelen zelzele ile bir daha sarsıldı.

Eskiden yer sarsıntısına “zelzele” diyorduk. Sonra, “kımıldamak, hareket etmek” anlamında kullanılan “teprenmek” kelimesinden “deprem” kelimesine geçtik.

Bu yazımızda okuyucularımın hoşgörüsüne sığınarak “deprem” kelimesi yerine “zelzele” kelimesini kullanmak istiyorum.

KAHVE, BİR FİNCANINA KIRK YIL HATIR SIĞDIRDIK (3)

Gönül ne kahve ister ne kahvehane
            Gönül sohbet ister, kahve bahane

Daha önceki iki yazımızda kahvenin tarihi serüveninden ve Türk Kahvesi’nden bahsetmiştik.

Üçüncü ve son yazımızda ise Türk edebiyat ve folklorundaki önemli yerinden bahsetmek istiyorum.

Kahve; Türk kahvesi, adıyla tarihin sayfalarına ve farklı kültürlere yerleşmiş, kabaran gönlümüz gibi fincanlara köpük köpük dolarak, sosyal hayatımızı da derinden etkilemiştir.

KAHVE, BİR FİNCANINA KIRK YIL HATIR SIĞDIRDIK (2)

Gönül ne kahve ister ne kahvehane
                                                                                        Gönül sohbet ister kahve bahane

Geçen haftaki yazımızda kahvenin tarihi serüveninden kısaca bahsetmiştik. Bu haftaki yazımızda ise Türk Kahvesi’nden bahsetmek istiyorum.

Kahve, Osmanlı’ya gelişi ile beraber çok kısa sürede popüler oldu. Kahvenin hazırlanması başlı başına ayrı bir seremoni, sunumu ise belli merasimleri içinde barındırıyordu.

Bu özel pişirimi ve servisiyle kahvenin adı, artık “Türk kahvesi” olmuştu.

KAHVE, BİR FİNCANINA KIRK YIL HATIR SIĞDIRDIK (1)

Gönül ne kahve ister ne kahvehane
                                                                                        Gönül sohbet ister kahve bahane

Bir yıl önceydi, 24 ve 31 Aralık 2018 tarihli yazımızda bu sütunlarda yayımlanan “ÇAY MUHABBETİN DEMİDİR 1-2” yazımızda; çayın kültürümüzde dostluk ve muhabbet emaresi olduğunu, çaysız muhabbetin olamayacağını, çayın dost ile muhabbet edip, gönlünü demlemek olduğunu örneklerle aktarmaya çalışmıştık.

Bu yazımız yayımlandığı zaman bazı okuyucularımız haklı olarak; “hocam ya kahve! Kahvenin hiç mi hatırı yok?” diye sormuşlardı. 

DEDELERİMİZİN TAKVİMİ

Geçen hafta Miladî takvimin yılbaşına girmiş ve bu sütunlarda yayınlanan yazımızda Osmanlı’dan günümüze kullanılan üç ayrı takvimden bahsetmiştik; Hicrî, Rumî ve Miladî…

Bu yazımızda da Rumî takvimden yani dedelerimizin kullandığı takvimden bahsetmek istiyorum.

Rumî Takvim, eski Bizans takvimi esas alınarak hazırlanmıştır. Rumî takvimde Güneş Yılı esas alınır. Osmanlı’nın resmi ve mali işlerde kullanmak için 13 Mart 1840 tarihinde yürürlüğe giren bir takvimdir. Hicrî takvimle birlikte kullanılan Rumî takvim, aynı zamanda ekonomik işlerin yürütülmesinde kullanıldığından “Malî Takvim adı da verilmişti.