KAHVE, BİR FİNCANINA KIRK YIL HATIR SIĞDIRDIK (3)
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane
Daha önceki iki yazımızda kahvenin tarihi serüveninden ve Türk Kahvesi’nden bahsetmiştik.
Üçüncü ve son yazımızda ise Türk edebiyat ve folklorundaki önemli yerinden bahsetmek istiyorum.
Kahve; Türk kahvesi, adıyla tarihin sayfalarına ve farklı kültürlere yerleşmiş, kabaran gönlümüz gibi fincanlara köpük köpük dolarak, sosyal hayatımızı da derinden etkilemiştir.
Kültürümüzde kahve öylesine geniş bir yer edinmiştir ki, benzetme yoluyla bir renge bile isim olmuştur; “kahve-rengi.”
Kahve içmek Türk halkı için o kadar büyük önem taşır ki, dilimizdeki “kahvaltı” kelimesi “kahve-altı” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır.
Kahve, fermanlara ve fetvalara bile konu olmuştur.
Kahve, kültürümüzün ayrılmaz pir parçası alarak yüzyıllar içinde atasözlerimize, şiirlerimize, deyimlerimize, mânilerimize, bilmecelerimize, türkülerimize, şarkılarımıza ve fıkralarımıza girmiştir.
16. yüzyıl şairleri, kahveyi “bâis-i cem’-i ârifan” ve “mürde cisme can katan” bir içecek şeklinde tanıttıkları gibi, Osmanlı tarihçileri de kahvehaneleri “mekteb-i irfan” ve “mecma-ı irfan” diye vasıflandırmıştır.
Kahve, halk arasında;
“Ehl-i keyfin, taze keyfini, kim tazeler
Taze elden, taze pişmiş taze kahve tazeler.”
Divan edebiyatımızda;
“Kahve-i rû-siyehi bun sanur idüm Nâmî
Meger ol rind-i Üveysî imiş aslı Yemenî” (Nâmî)
“Mîrâs olur idi Yemen iklîmi Lebîbâ
Hâkinde biten kahveye fincân oluversem.” (İsmail Ünver)
Manilerimize;
“Kahvelerim pişti, gel.
Cezvelerim taştı, gel
İyi günün dostları,
Kötü günüm geçti, gel.”
Atasözlerimize;
“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var”,
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane / gönül sohbet ister, kahve bahane”,
“Yemen'e giden kahve götürmez.”
Deyimlerimize;
“Kahve dövücünün hınk deyicisi”,
“Kahve tütün keyifler oldu bütün.”
Bilmecelerimize;
“Öğütülür buğday değil,
Rengi esmer Arap değil,
Sulu pişer ekmek değil,
Köpüğü var sabun değil.”
Masal içi tekerlemelerinde;
“Konaraktan göçerekten,
Kahve tütün içerekten,
Lâle sümbül biçerekten.”
Halk hikâyeleri tekerlemelerine;
“Şaştım ağalar şaştım,
Meslek kalmadı dolaştım,
Âhirinde bir kahveciye yanaştım,
İki bardak ile bir fincanı kırdım da kaçtım.”
Halk ozanlarımızın diline;
“Sende birkaç mâdde vardır içene verir safâ
Gam kasâvet kalmaz aslâ kim içerse dâimâ
Hazm-ı ta'âm itmek içün seni halk itmiş Hudâ
Eylerim ben cân u dilden izzeti kahve sana.” (Şakirî) konu olmuş ve yerini almıştır.
Kahve, Şanlı Urfa’da; “Kahve Yemen’den gelir / Bülbül çemenden gelir”, “Sabah ile sabah ile / Kahve gelir tabak ile”,
Harput’ta; “Odasına vardım kahve pişirir / Kınalı parmaklar fincan devşirir”,
İstanbul’da; “Bir fincan kahve olsam kırk yıl hatırım vardı / Ömrümü sana verdim, dönüp baksan ne vardı?” sözleriyle türkü ve şarkılarımızda yerini almıştır.
Nâbî’nin deyimiyle kahvenin ilk yudumunu höpürdeterek içmeli;
“Dutup ke'sin kenârından nezâket-birle höpürdet
Desinler kahve içmekde bu emmi amma mâhir hâ!”
Bir fıkra ile yazı dizimizi bitirelim.
Kahvecinin biri, sattığı kahveden zarar ediyormuş ama müşterilere bir şey söyleyemiyormuş. Bir gün müşterilerin görebileceği bir yere şu yazıyı asmış:
“Kahve uzaktan gelir yolu ırak,
Elli yetmiyor yetmiş beş bırak.” Bunu gören müşterilerden biri, ertesi sabah kahvenin camına şu yazıyı asar:
“Kahve uzaktan gelir yolu ırak,
Elli yetmiyorsa kahveyi bırak.”
27.01.2020
Süleyman Yapıcı
Günışığı Gazetesi