KAHVE, BİR FİNCANINA KIRK YIL HATIR SIĞDIRDIK (1)
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister kahve bahane
Bir yıl önceydi, 24 ve 31 Aralık 2018 tarihli yazımızda bu sütunlarda yayımlanan “ÇAY MUHABBETİN DEMİDİR 1-2” yazımızda; çayın kültürümüzde dostluk ve muhabbet emaresi olduğunu, çaysız muhabbetin olamayacağını, çayın dost ile muhabbet edip, gönlünü demlemek olduğunu örneklerle aktarmaya çalışmıştık.
Bu yazımız yayımlandığı zaman bazı okuyucularımız haklı olarak; “hocam ya kahve! Kahvenin hiç mi hatırı yok?” diye sormuşlardı.
Elbette vardı. Kahvenin hatırı kırk yıldı ama bendeki anısı ise kırk yılı geçmiş, elli yıla ulaşmıştı.
1970’li yılların başıydı. İlkokul dört veya beşinci sınıftayım. Okul dışında zamanımı babamın berber dükkânında geçirmeyi çok severdim. Babamın çırağı ile birlikte çıraklık yapar, pür dikkat babamı izleyerek berberliği öğrenmeye gayret eder, dükkân işlerinde de çırağa yardım ederdim. Hele bazı müşterilerin çırağa verdiği bahşişten bana da vermesi en büyük sevinç kaynağımdı.
Berber dükkânının müşterileri; Palu’nun ileri gelenleri, bürokratları ve okumuş kimseleriydi. Dükkânda dinî, ilmî, siyasî ve güncel konular konuşulur, sohbetler ve yorumlar yapılırdı. Ben de bunları can kulağı ile dinlerdim. Babam okumayı özellikle de kitap okumayı çok sever, şiir yazar, resim yapardı. (Babam, 1973 yılında berberlik mesleğini bırakarak önce müezzin daha sonrada imam-hatiplik görevlerinde bulunarak emekli oldu.)
Dükkânda mutlaka birkaç kitap bulunur, günlük gazete ise dükkânın vazgeçilmezlerindendi. Gazetelerin Elazığ’dan gelmesini heyecan ve sabırsızlıkla bekler, geldiğinde koşarak gidip gazeteyi alır ve okumaya başlardım.
Gazete ve kitapları büyük bir heyecanla okuduğumu gören dükkânın müdavimlerimden ismini hatırlayamadığım Vaiz Efendi;
- “Kitap getirsem okur musun?” Diye sordu.
- “Okurum” deyince, bir gün sonra elinde bir kitap ile geldi.
Kitabın ismi “Veysel Karanî” idi. Kitabı birkaç günde adeta bir solukta okuyup bitirdim. Dükkâna geldiğinde kitabı kendisine vererek;
- “Okudum” deyince inanamadı.
- “Bu kadar kısa bir sürede okuyamazsın” diyerek okuyup okumadığı anlamak için;
- “Kahveyi kim buldu?” Diye sordu.
- “Veysel Karanî” deyip nasıl bulduğunu kendisine anlattım. Kitaptan birkaç soru daha sorup cevaplarını doğru olarak alınca;
- “Aferin okumuşsun” diyerek iltifatta bulundu.
Böylece kahvenin Veysel Karanî tarafından Yemen’de bulunduğunu ilk defa bu kitap sayesinde öğrenmiş oldum.
Kahvenin ana vatanı Habeşistan olsa da bizim kültürümüzde Yemen’di.
Türkülerimiz de bile “Kahve Yemen’den gelir.”
Öyle ki, bir fincanına kırk yıl hatır sığdırmıştık.
Bir fincanlık keyif olarak yudumladığımız kahve; pişirilmesiyle, ikramıyla, içimiyle, günümüze kadar taşıdığı gelenekleriyle, bir fincana sığmayan “sohbetlerin bahanesi” olarak kültürümüzün her dönem önemli bir parçası olmuştur.
Kahvenin uzun soluklu bir geçmişi vardır. Habeşistan’dan Yemen’e, sonra da Mekke ve Medine’ye yayılan kahve, buradan da İslam gezginleri tarafından İran, Mısır, Türkiye ve tüm İslâm dünyasına yayılmaya başlamıştır.
Ancak kahvenin anavatanı olarak hep Yemen telakki edilmiş ve insanların zihninde bu imaj yerleşerek kahve ile Yemen arasında bir bağ kurulmuştur.
Osmanlı’nın kahve ile tanışması Kanunî Sultan Süleyman’ın Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın, kahveyi Yemen’den saraya getirmesiyle başlamıştır. Kahvenin saray içeceği olarak itibar kazanması ise 4. Mehmed zamanında olmuştur. Sarayda sadece Yemen kahvesi tercih edilirdi. Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına “Kahvecibaşı” adında bir de rütbe ve bir kahveciler teşkilâtı oluşturuldu.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlandı. Böylece kahvenin ünü sarayı, konakları ve evleri de aştı.
Kahvenin saraya girmesinden 30 yıl sonra kahvenin toplumsal yönünü oluşturan kahvehaneler de açılmaya başlamıştır. 1554 yılında ilk kahvehane, kale içi anlamına gelen ve bugün Tahtakale olarak bilinen “Taht’ul-Kale”de açıldı.
Kahve ve kahvehanelerin sosyal hayatın ayrılmaz bir parçası olmasıyla birlikte, dünyada hiçbir içeceğin sahip olamadığı yaygınlıkta bir kahve kültürü doğmuştur.
Kahvehanelerin açılmasıyla birlikte yeni bir sosyal yaşantı alanı oluştu. Kahve ve kahvehane kültürü hızla yayılarak sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası oldu. Öncelikle dönemin okuryazar kesimi ardından bütün halk kahvehanelerde toplanmaya başladı.
Kısa zamanda sayıları 55’e yükselen ve genellikle manzaralı yerlere kurulan kahvehanelerde; günün her saati kitap ve güzel yazılar okunur, tavla ya da satranç oynanır, şiir ve edebiyat sohbetleri yapılırdı. Karagöz, ortaoyunu gibi yerli oyunların ilk önce oynandığı yerler de bu kahvehaneler oldu.
Devam edecek…
13.01.2020
Süleyman Yapıcı
Günışığı Gazetesi