AVRUPA BİRLİĞİ UĞRUNA KAYBETTİĞİMİZ DEĞERLER

Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği süreci, yaklaşık yarım asırdan fazla bir süreden beri devam eden bir hedef olarak gerek siyasi gerek toplumsal alanlarda geniş yankı uyandıran bir konudur. 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinde uzun bir uyum aşaması geçirmiştir. Bu süreçte çeşitli reformların hayata geçirilmesi, yasal düzenlemeler ve toplumsal dönüşümler gerektiren bir süreç olmuştur.

Türkiye’nin AB’ye girebilme amacı doğrultusunda yürüttüğü politikalar, demokratikleşme ve modernleşme gibi kazanımlar sağlarken, bazı kültürel, sosyal, dinî ve ahlakî değerlerin de bu süreçte yitirildiği veya geri plana itildiği görülmüştür.

AB uyum sürecinde kültürel değerler açısından da kayıplar yaşanmıştır. Batı değerlerine yakınlaşmak adına milli kimliği oluşturan birçok kültürel ögeyi arka plana itmiştir. Özellikle geleneksel yaşam tarzı, kültürel motifler ve yerel değerler, modernleşme ve batılılaşma baskısı altında zayıflamış ve önemli ölçüde değişime uğramıştır. Batı normlarına uygun bir yaşam tarzının yaygınlaşmasıyla geleneksel Türk kültürünün bazı unsurları göz ardı edilmiştir.  Yerli ve milli kültürel ögeler geri planda kaldı ve batı kültürü baskın hale geldi. Örneğin, geleneksel aile yapısı ve komşuluk ilişkileri, şehirleşme ve bireyselleşme süreçlerinin etkisiyle giderek zayıflamış; dayanışma kültürü, batıdaki bireyci yaklaşımlara terk edilmiştir.

Türkiye'de geleneksel aile yapısı, üç kuşağın bir arada yaşadığı, aile bağlarının güçlü olduğu bir modeldir. AB müktesebatına uyum sağlama sürecinde Türkiye, aile yapısında önemli değişiklikler yaşamıştır. AB’ye uyum sürecinde kabul edilen yeni yasalar ve toplumsal normlar, bireysel hakları öne çıkartırken, geleneksel aile yapısının korunmasına yeterince vurgu yapmamıştır. Sonuç olarak, evlilik oranlarında azalma, boşanma ve aile içinde şiddet oranlarında ise artış gözlemlenmiştir. Aile kurumunun zayıflaması, toplumun temel yapı taşlarından birinin erozyona uğraması anlamına gelir. Bu da aile içi dayanışmanın ve toplumsal dayanışma kültürünün zayıflamasına yol açmıştır.

Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde en çok etkilenen alanlardan biri de dinî ve ahlakî değerlerdir. AB’ye uyum sürecinde laiklik ve din-devlet ilişkileri daha katı bir biçimde düzenlenmiş, toplumdaki dini değerler ve pratikler, Avrupa standartlarına uyum sağlama amacıyla geri plana itilmiştir. AB ülkelerindeki laik ve seküler anlayış, Türkiye'nin İslam’a dayalı manevi değerlerinin ön plana çıkmasının önüne geçmiş, toplumsal yaşamda dini inançların etkisi azalmıştır. Bu süreçte, özellikle dini bayramlar, İslami eğitim ve aile içindeki dini öğretiler gibi unsurların zayıfladığı görülmüştür. Aynı zamanda ahlaki değerler de batıdan gelen daha bireyci ve özgürlükçü anlayışlarla yer değiştirmiştir.

Dayanışma, Türk toplumunun önemli bir özelliğidir. Geleneksel köy ve mahalle kültüründe komşular arasındaki yardımlaşma, imece usulü çalışma ve sosyal dayanışma yaygındı. Ancak AB’nin bireysel özgürlükler ve ekonomik liberalizm vurgusu, bu dayanışma kültürünün yerini bireycilik ve tüketim toplumuna bırakmasına yol açmıştır. Bu süreçte, toplumsal dayanışma kültürünün önemli ölçüde erozyona uğradığı söylenebilir.

Türkiye'nin tarım ve hayvancılık sektörü, AB’ye uyum sürecinde büyük darbe almıştır. AB'nin tarım politikalarına uyum sağlamak adına yapılan düzenlemeler, küçük ve orta ölçekli çiftçilik, kırsal kalkınma ve yerel üretim zarar görmüştür. Bu da rekabet gücünü düşürmüş ve tarım sektöründe bir gerilemeye neden olmuştur. Özellikle Türkiye'nin kendine yeterliliği ve tarım üretiminde yerli çeşitlilik azalırken, ithalatın arttığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, köylerden kentlere göç hızlanmış, kırsal nüfus azalmış, tarım ve hayvancılık sektörü büyük oranda gerilemiştir.

AB sürecinde ekonomik reformlar ve küreselleşme politikaları, Türkiye’nin yerel ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Küçük ölçekli işletmeler, zanaatkârlık ve yerel üretim yerini büyük uluslararası şirketlere bırakmış, geleneksel ticaret yapıları zarar görmüştür. Ayrıca kırsal kalkınma projeleri, AB’nin merkezi tarım ve sanayi politikalarına uyum sağlamak adına zayıflamış, kırsal bölgelerdeki nüfus göçü hızlanmıştır.

Türkiye’nin AB sürecinde batı kültürüne yönelmesi, dil ve edebiyat alanında da kayıplara neden olmuştur. Özellikle Türkçe’ye yabancı kelimelerin girmesi, dilin yozlaşmasına yol açmıştır. Bunun yanı sıra, batı edebiyatının etkisiyle Türk edebiyatı da evrensel normlara daha fazla uyum sağlama çabasına girmiş, yerel temalar ve kültürel miras, modern edebiyat anlayışı içinde giderek daha az yer bulmuştur. Bu durum, Türk edebi birikiminin ve dil zenginliğinin azalmasına neden olmuştur.

Türkiye, AB’ye üyelik sürecinde hukuki ve siyasi alanda da önemli tavizler vermek zorunda kalmıştır. AB, üye ülkelerin ulusal egemenliklerinden feragat etmelerini ve AB yasalarına uyum sağlamalarını talep etmektedir. Bu, Türkiye’nin kendi yasalarını ve politikalarını belirleme özgürlüğünün azalmasına yol açmıştır. Özellikle yargı reformları, insan hakları ve demokratikleşme süreçlerinde Türkiye’nin AB standartlarına uyum sağlaması, milli egemenlik üzerinde olumsuz bir etki bırakmıştır.

AB’ye uyum süreci, Türkiye’de eğitim sisteminde de önemli değişikliklere neden olmuştur. AB’nin eğitim standartlarına uyum sağlama çabası, geleneksel eğitim yöntemleri ve değerlerin zayıflamasına yol açmıştır. Özellikle ahlaki eğitim ve milli tarih bilincinin eğitim müfredatındaki yeri, AB müktesebatına uyum sağlama amacıyla zayıflatılmıştır. Milli ve manevi değerler geri plana itilmiştir. Bu durum, genç nesillerin milli kimlik, tarih bilinci ve kültürel mirasına olan bağlılıklarını zayıflattığı gibi bu konularda eksik yetişmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda batıya daha entegre olmuş bir eğitim sistemi doğurmuştur.

Türkiye’de genç neslin batının popüler kültürüne ve tüketim alışkanlıklarına olan ilgisi artmıştır. AB sürecinde medya, internet ve sosyal medyanın etkisiyle, gençler arasında batılı yaşam tarzları yaygınlaşmış ve bu durum, geleneksel Türk kültürüne yabancılaşmaya yol açmıştır. Dini ve milli değerlere olan ilginin azalması, toplumda yozlaşmanın artmasına sebep olmuştur. Gençler arasında uyuşturucu kullanımı hızla yaygınlaşmış, deist ve ateist bir gençlik yetişmiştir. Aile bağlarının zayıflaması, bireyselciliğin ve tüketim kültürünün ön plana çıkması, genç neslin manevi boşluklar yaşamasına neden olmuştur.

Sonuç olarak; Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne üyelik süreci, ülkenin birçok milli, kültürel, sosyal ve dini değerini kaybetmesine neden olmuştur. Bu süreçte milli kimlik, kültürel ve dini değerler, geleneksel aile yapısı, dayanışma kültürü gibi önemli unsurlar zayıflamış, batının bireyci ve modern yaşam tarzları yaygınlaşmıştır. Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinin, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda büyük dönüşümlere yol açtığı ve bu dönüşümlerin milli egemenlik ve toplumsal dayanışma üzerinde olumsuz etkiler bıraktığı açıktır.

Üyelik sürecinde bu kayıpların yanı sıra, Türkiye’nin kendine özgü yapısını koruyup koruyamayacağı sorusu ise hala tartışılmaya devam etmektedir. Bu nedenle, AB ile entegrasyon süreci devam edecekse, Türkiye’nin kendi milli değerlerini ve kimliğini koruyarak ilerlemesi büyük bir önem taşımaktadır.

14.10.2024

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi