GEZİ NOTLARI -2-

Peygamberler Şehri Eğil

Geçen hafta Eğil ilçemizden bahsetmiştik.

Gezimize kaldığımız yerden devam etmeden önce Elyesa ve Zülküf peygamberlerin naaşlarının nakli ile ilgili bilgileri bizzat nakil işlemini gerçekleştiren işçilerden birinin bana anlattıkları ile birlikte diğer bilgilerle birleştirerek kısaca sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Nakil işleminden bir yıl sonra yani 1996 yılıydı. Anlatılanlar çok ilginçti.

Dicle Barajı’nın yapılmasıyla birlikte, baraj gölü havzasında kalan, Elyesa ve Zülküf peygamberlerin naaşlarının, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün iş birliği neticesinde, yerlerinden çıkarılması kararlaştırılmıştı.

Nakil işlemi, 14-17 Eylül 1995 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş ve bu nakil için 6 kişilik bir heyet ve 3 işçiden oluşan toplam 9 kişilik bir yeminli heyet oluşturulmuştu.

Bu heyette; Eğil Kaymakamı Selim Çapar, Müftü Ekrem Abbasioğlu, Müftülük Kâtibi Burhanettin İncedursun, Eski Medrese Hocası ve molla Ömer Kalkan, İmam Mahmut Laçin, İmam Abdullah Kızılay ve üç işçi bulunmaktaydı.

Önce Elyasa peygamberin kabrinin açılmasına başlanmış ve bu çalışma iki gün sürmüştür. İkinci günün sonunda naaşa ulaşılmış ve Peygamber’in naaşı, Eğil ilçesine hâkim durumda bulunan ve Nebi Harun (Harun-i Asefi)’un kabrinin de bulunduğu tepedeki, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptırdığı türbeye defnedilmiştir.

Daha sonra Zülküf peygamberin naaşı çıkarılmış ve o da aynı şekilde hazırlanan türbeye defnedilmiştir.

Heyettekiler ittifak halinde cesedin ve kefenin hiçbir şekilde çürümediğini, daha dün vefat etmiş gibi durduğunu uykudaki bir insanı andırdığını ifade etmişlerdir.

Daha sonra Molla Ömer bir gazeteye yaptığı söyleşide olayı şöyle anlatmıştır:

Her iki naaşı da bizzat gördüm. Naaşlar yeni ölmüş insan cesedi gibiydi. Canlı bir insanın hali, uykudaki hali gibiydi. Nasıl ki yatarsınız hareketsiz olursunuz, işte aynen öyleydi. Canlı bir insan gibiydi. Ellerine, bellerine, ayaklarına, uyluklarına ellerimle dokundum. Her tarafı sağlamdı. Onlara duyduğumuz hürmetten ve mahcubiyetten dolayı yüzlerini açıp bakamadım. Hz. Zülküf’ün saçını gördüm hemen kapattım. Saçı kara değildi, hepsi ak da değildi.  Kefenlerinde leke bile yoktu. Tertemiz, bembeyazdı. Hz. Zülküf, Elyasa peygamberden daha ağırdı. Boyları bizlerden uzundu. (…) Naaşları yeni yerlerine naklettiğimizde artık gözyaşlarımı tutamadım. Yabana (uzağa) gidip uzun uzun ağladım. Peygamberleri tabutları ile birlikte gömdük.

İki peygamber türbesinin yan yana olduğu tek yerleşim yerlerinden biri olan Eğil’den bu düşünce ve duygularla ayrılıp Sahabe kabirlerinin bulunduğu Diyarbakır’a doğru yol almaya başladık.

 

Mezopotamya’nın Kalbi; Diyarbakır

Diyarbakır; tarihiyle, mutfağıyla, doğal güzellikleri ve kültürel zenginlikleriyle ünlü bir şehir.

Tarihi geçmişi ile Anadolu’nun kadim şehir merkezlerinden biri…

Kültürel kimliği ile yalnız Türkiye'nin değil, tüm dünyanın da en önemli kentlerinden biri…

Tarihsel potansiyeli ile adeta bir açık hava müzesi…

Birçok medeniyete beşiklik eden kent, döneminin tanığı olmaya devam ettiği bibi o bölgede hüküm sürmüş her medeniyetin izlerini barındırmakta.

Gezimize; 5,5 kilometre uzunluğu ile dünyanın en eski ve Çin Seddi’nden sonra en uzun surlarından olan Diyarbakır sur içine Harput Kapı diğer adıyla Dağ Kapı’dan giriş yaparak devam ettik.

Surların yüksekliği, 5 ile 12 m, duvar kalınlıkları ise 3 ile 5 m arasında değişen bu surun ana kapıları; kuzeyde Dağ Kapı (Harput), batıda Urfa (Rum) Kapı, güneyde Mardin (Tell) Kapı, doğuda Yeni Kapı (Dicle ve Şat) kapılarıdır. Bu surların 82 burcundan en önemli burçları ise; Ben-u Sen (Ulu Beden, Evli Beden), Yedi kardeş, Keçi Burcu, Nur (Melikşah) Burcu, Fındık Burcu, Mervani Burcudur.

İki katlı olan Keçi Burcu’na çıkıp Dicle Nehri ile birlikte bu nehrin kıyısında bulunan yaklaşık 700 hektarlık verimli bir araziye sahip olan Hevsel bahçelerini seyretmek ise bambaşka bir zevk veriyor insana. Bu bahçeler bir kuş cenneti olup 180’den fazla kuş türünün yaşadığını öğreniyoruz. 

Hz. Süleyman Camii’nin kuzey bitişiğinde olan ve geçmişte askeri yerleşke olarak kullanılan alan bir müze haline getirilerek ziyaretçilere açılmış durumda. Mutlaka gezilip görülmesi gereken bir yer.

Surların büyük bir kısmı restore edilerek onarılmış, fakat onarılan yerlerde kullanılan taşların eskitilmeden kullanılmış olması kendini çok belli ediyor.

İlk ziyaret yerimiz Hz. Süleyman Camii

Farklı isimlerle anılsa da Hazreti Süleyman Camii olarak bilinen bu cami, Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinin en özel yapılarından biridir. Mimari yapısıyla Diyarbakır’ın en ilgi çeken camilerinden biri olan caminin bulunduğu yerin en önemli özelliği ise, Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’ın fethinin buradan başlamasıdır. Caminin bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından alınışı sırasında şehit düşen 27 diğer sahabelerin burada yattığı Meşhed bulunmaktadır.

İki rekât tahiyyatü’l mescid namazımızı kılıp, şehitlerin ruhlarına fatihalarımızı okuduktan sonra sur içi gezimize devam ettik.

Burada bir anekdotu aktarmak istiyorum. Rahmetli babamla gençlik yıllarında geziye birlikte çıkıp camileri ziyaret ettiğimizde şöyle bir nasihatte bulunmuştu:

- “Oğlum! Camileri turistler gibi gezme. İki rekât tahiyyatü’l mescid namazı kılarak ziyarette bulun. 

Sur içinde gezimize devam ederek Hendek olaylarında kurşunlanıp yakılan Kurşunlu Cami’ye geldik. Cami yeniden restore edilmiş, çevre düzenlemesi ile birlikte ibadete açılmıştı. Fatih Paşa ve Bıyıklı Mehmet Paşa camii olarak da bilenen bu cami, bölgenin (Harput, Palu) Osmanlı hakimiyetine geçmesinde büyük bir rol oynayan ve Palu’ya imtiyazlı Hükümet sistemini getiren Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından 1516-1520 tarihleri arasında inşa ettirilmiş.

Yakın bir zamana kadar insanların girmeye, gezmeye cesaret edemediği, her türlü olumsuzlukların zirvede olduğu bu mekânlar tamamen temizlenmiş ve yeniden dizayn edilmeye başlanmış. Restore edilen ve edilmekte olan tarihi eserlerin dışında kalan cadde ve sokaklar, meskenler ve dükkanlar ruhsuz, estetikten uzak bir şekilde yapılmıştı. Hiçbir bir mimari estetiği olmayan dükkanlar ve binalar o tarihi mekânlara ve Diyarbakır’a hiç yakışmamıştı.

Tüm bu gelimeler Diyarbakır, Diyarbakırlılar ve Türkiye adına sevindirici. Dış ve iç turizmin artması ile birlikte Diyarbakırlılar geçmişin mirasından faydalanmaya başlamışlardı bile.

Harput ile ilgili yapılacak çalışmalarda da bu hususlar dikkate alınmalı. Harput’un girişinden itibaren sol ve sağ tarafta bulunan tüm dükkânlar kemerli taş mağazalar halinde bir bedesten şeklinde Sara Hatun Camii’nin karşısına kadar devam ettirilmelidir. Sara Hatun meydanına girişte hemen karşınıza çıkan ve şu anda muhtarlık ofisi olarak kullanılan hiçbir özelliği ve estetiği olmayan taş bina kaldırılarak meydan açığa çıkarılmalı, Kurşunlu Cami ile Sara Hatun Camii arasında bulunan tüm yapılar yıkılarak meydana dâhil edilmelidir.

Gezimizin diğer ayrıntıları haftaya…

03.06.2024

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi