BİZE HELAL, SİZE HARAMDIR

Harput Havzası’nda yetişmiş, âlim, müellif ve mutasavvıflardan bazılarının kısaca hayat hikayeleri ile birlikte dilden dile dolaşan ve Harput Havzası’nı ilgilendiren ilginç anekdot, olay ve menkıbelerini sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.

Bunlardan biri; âlim, müderris, müellif ve mutasavvıflarından Büyük Beyzâde Hacı Ali Rıza Efendi’dir. Beyzâde Ali Rıza Efendi hakkında kısaca bilgiler verdikten sonra merhum İshak Sunguroğlu’nun bizlere aktardığı O’nun dilden dile dolaşan ibret dolu ilginç bir menkıbesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Beyzâde Ali Rıza Efendi

Büyük Beyzâde Hacı Ali Rıza Efendi, Napolyon’un Mısır-ı istilasında Harput’a hicret edip Kurşunlu Medresesinde külah imal edip satan ve ilim yayan Hacı Bekir Efendi (Bakır Bay)’ın oğludur. 1810 tarihinde Harput’ta doğdu. “Beyzâde Efendi” diye tanınmıştır.

Beyzâde Hacı Ali Rıza Efendi; önce Şeyhü’l-Ulema Büyük Hacı Ali Efendi’nin, sonra da Dağıstanlı Hacı Hafız Mehmed Efendi’nin halka-i tedrisine devam ederek tahsilini tamamlamıştır.

Dağıstanlı Hoca vefat etmeden önce yerine İbrahim Paşa medresesi müderrisliğine Beyzade Efendi’nin geçmesini vasiyet etmiştir. Beyzade Efendi, Dağıstanlı Hoca hayatta iken icazet alamadığı için Antep ulemasından Küçük Ali Efendi’den gıyaben bir icazet almıştır. Aldığı icazetle birlikte Dağıstanlı Hoca’nın yerine İbrahim Paşa Medresesi’nde müderrisliğe başlamıştır

Urfa’da meşhur Nakşibendî şeyhlerinden Hartevîzâde Şeyh Mehmet Rehavî’den de inabe almış daha sonra şeyhi tarafından kendisine Nakşibendî tarikatının halifeliği verilmiştir.

Beyzâde’nin müderrisliği zamanında İbrahim Paşa Medresesi şen, kalabalık ve en verimli günlerini yaşamıştır. Birkaç defa icâzet vermiştir.

1884 yılında Ma’muratü’l-Aziz Evkaf Komisyonu Reisliği görevini yürütmüş ve Mekke mollalığı payesi ile şöhret bulmuştur.

Hacı Ali Rıza Efendi ilim yolunda ne kadar ilerlemiş ise zühd ve takvaya da o nispette önem vermiş ve tasavvufun en yüksek kutbu derecesine kadar yükselmiştir. Yıllarca Harput’ta tarikat ve irşadla uğraşarak on binlerce müridine İslamî akideleri öğreterek bunların hidayet yolundan ayrılmamalarına çalışmıştır. 12 adet eseri bulunmaktadır.

Beyzâde Efendi, Nakşibendî şeyhi olmanın yanında aynı zamanda ilmiyye sınıfından olup, fetva makamıydı. Kendi döneminde tarikatlar ve şeyhler üzerinde oto kontrol görevi de yapıyordu. İslami kurallara aykırı hareket eden tarikat ve tasavvufa ait olaylara müdahale eder ve bunlara müsaade etmezdi.

1877 (1293. R) Rus harbinde memleketi müdafaa maksadıyla Harput’tun her tarafından birçok sivil halkın gönüllü olarak serhatlara koştukları sırada Harput’ta oluşturulan toplulukların birisinin başında da Beyzâdeyi görmekteyiz. Harput halkını konuşmalarıyla heyecana getiren Beyzade Efendi, başta kendisi ve oğlu Mehmet Nuri olmak üzere torunu Halit Efendi’yi de gönüllü yazdırarak Ruslar’a karşı savaşmak için Erzurum’a kadar gitmiştir. Harput’tan yola çıkan bir gurup gönüllünün at, silah ve diğer ihtiyaçlarını bizzat Beyzade Efendi kendi parasından karşılamıştır. Beyzade Efendi, gittiği Erzurum cephesinde büyük yararlılıklar göstererek geri dönmüştür.

80 seneye yakın bir zaman İbrahim Paşa medresesinde bizzat müderrislik etmiş, birçok talebe yetiştirmiştir. Beyzade Efendi, Harput halkı tarafından çok sevilir, sohbetlerinden istifade etmek için takip edilirdi. Beyzade Efendi yıllarca Meydan Camii’nde ilim sever kalabalık bir zümreye de kırk hadisi okutmuştur. Ömrünün son üçte birini Sarahatun Cami-i Şerifi’nde Lihye-i Saadetin önünde seher vaktine kadar ibadet etmekle geçirmiştir.

Beyzade Efendi hayatının sonlarına doğru çok arzuladığı hac yolculuğuna oğlu Bahaddin Efendi ile beraber çıkmıştır. Yol boyu yol üzerindeki şehirlerden geçerken fakirlere bolca sadakalar dağıtmıştır.

İhtiyarlığında müderrislik vazifesini oğlu Müftü Hacı Mehmet Nuri Efendi’ye devretti ve kendisi dünya işlerinden tamamıyla köşesine çekilerek manevî çalışmalarına hız verdi, ibadetle meşgul oldu

110 yaşına yakın ömür sürmüş ve 1904 yılında Harput’ta vefat etmiştir. Ölümünde bütün Harput halkı, Müslüman’ı, Hristiyan’ı, yakın uzak köylerden gelen binlerce insan cenazesine iştirak ile gözyaşı dökmüşlerdir.

Harput’tan Pertek’e giden cadde solundaki Meteris mezarlığının ilk kabristanında, Dağıstanlı Mehmed Efendi’nin civarına defnolunmuştur. Bugün halk tarafından ziyaret edilmektedir.

Bize Helal, Size Haramdır

Beyzade Efendi, yoksul, fakir ve kimsesizleri gözetir ve kollardı. Beyzade Efendi kendi köyünde elde ettiği mahsulü Harput’ta fakirlere dağıtırdı.

Beyzade Efendi Hacca gitmeyi çok arzuluyordu. Ancak yaptığı yardım ve infaklardan dolayı bir türlü hacca gidecek parayı biriktirememişti. Bir sene hacca gitmeye karar verdi. Arkadaşları ile anlaşıp para biriktirmeye başladı. Nihayet hacca gidebilecekti artık, çok heyecanlı ve mutluydu. Ancak bir tek düşüncesi ve endişesi vardı. Çok sevdiği hanımı o sene hamileydi.

Bir gün hanımı yatakta yatarken dışarıdan et kokusu gelir. Canı bu etten yemek ister ve Beyzade Efendiye:

- “Efendi! Şu kızarmış et kimlerde pişiyorsa git benim hatırım için bir parça isteyiver. Canım çekti” deyince, Beyzade Efendi:

- “Heey hâtun hey!.. Bu kadar zenginliğimiz boşunaymış meğer. İstediğin et olsun, kebap olsun. Hemen çarşıya gidip, en âlâsından sana kebap getiririm” cevabını verdi.

Hanımının ısrarla bu kızaran etten istemesi üzerine, Beyzâde Efendi üzgün bir şekilde dışarı çıktı. Bu kokunun fakir bir komşularının evinden geldiğini anladı. Utanarak kapıyı çaldı ve ayaküstü mevzuyu söyledi. Kapıyı açan kadıncağız:

- “Olmaz efendim! Pişirdiğim et size lâyık değildir. Bu et bize helal size haramdır.” dedi. Beyzâde Efendi’nin ısrarı üzerine kadın gerçeği söylemek mecburiyetinde kaldı;

- “Efendim! Üç günden beri çoluk-çocuk açız. Çocukların ağlamalarına fazla dayanamadığım için, pişirdiğim eşek etidir. Onun için bu et bize helal, size ise haramdır. Onun için veremem” dedi.

Bu durum karşısında gözleri yaşaran Beyzâde Efendi, hemen evine dönerek hac için ayırdığı paranın büyük kısmını kadına verdi. Geri kalanını çevresindeki fakirlere dağıttı ve hacca gitmekten vazgeçti.

Arkadaşları ile kararlaştırdıkları gün gelince, Beyzâde Efendi arkadaşlarına hacca gidemeyeceğini söyledi. Sebebini öğrenmek istedilerse de Beyzâde Efendi söylemedi. Bunun üzerine arkadaşları yola koyuldu. Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra Mekke’ye varan arkadaşları hayretler içinde kaldılar. Çünkü Beyzâde Efendi kendilerinden önce gelmişti. Bazıları:

- “Eğer bizden sonra yola çıkmış olsaydı, mutlaka bizi gelip geçerdi. Biz de onu görürdük. Ama böyle bir şey olmadı” dediler. Kâbe’nin tavafı esnasında, namaz kılarken, Arafat’a çıkarken hep en ön saflarda Beyzâde Efendiyi gördüler. Harput’a döndüklerinde Beyzade Efendi’ye bu durumun hikmetini sordular. O da:

- “Hayır ve hasenat yüzünden. Siz Kâbe’ye yürümekle mi varıldığını sanırsınız?” dedikten sonra, olanların hepsini anlattı.

Bu olaydan sonra Harput’ta fakirler hiçbir zaman muhtaç duruma düşmedi. Zenginler fakir aramak için birbirleriyle yarıştılar.

Geniş Bilgi için bakınız:

İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, c.1, s. 272-273. 284; c.2. s. 110-115; Süleyman Yapıcı, Harput Bir Havza Kültürünün Manevi Hüviyeti Âlim- Müellif ve Mutasavvıfları, Genişletilmiş İkinci Baskı, c.1, s. 291-299; Süleyman Yapıcı, Milli ve Manevi Hamurumuzu Yoğuran Aziz Şehrin Aziz İnsanları, İlaveli İkinci Baskı, s. 230-239. 

18.08.2023

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi