HARPUT’TAN ÇALINAN SAKAL-I ŞERİF

Harput Havzası’nda yetişmiş, âlim, müellif ve mutasavvıflardan bazılarının kısaca hayat hikayeleri ile birlikte dilden dile dolaşan ve Harput Havzası’nı ilgilendiren ilginç anekdot, olay ve menkıbelerini sizlerle bazen paylaşmak istiyorum.

Bunlardan ilki Harput’un yetiştirmiş olduğu büyük âlim, müellif ve mutasavvıflarından Abdulhamid Hamdi Efendi hakkında kısaca bilgiler verip, O’nun dilden dile dolaşan ve tüm Harput havalisini ilgilendiren ilginç bir menkıbesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Abdulhamid Hamdi el-Harputî

 Meşhur âlimlerden Kaside-i Bürde Şârihi Efendizâde Harpûtî Ömer Naimî Efendi’nin küçük oğlu olan Abdulhamid Hamdi Efendi, 12 Nisan 1830 yılında Harput’ta doğdu.

Abdulhamid Hamdi Efendi, bir yandan edebiyat sahasında ilmi ve edebi bir takım ölmez eserleri meydana getirirken, diğer yandan da babası Ömer Naimî Efendi’nin rahle-i tedrisinde tahsilini tamamlayarak on iki ilimden icâzet almıştır.

Hacı Abdülhamit Efendi bir dönem Mollakendi köyündeki Ahmet Peykerci Medresesi’nde müderrislik yapmış, Harput’taki Kâmil Paşa Medresesi’nde vefatına yakın bir zamana kadar müderrislik görevinde bulunmuş ve birçok icazet vermiştir.

Ağa Camii’ni 1888 yılında yeniden kârgir olarak kubbeli ve minareli bir hale getirilmesinde bizzat ön ayak olarak çalışmış ve bilhassa yardım toplanmasında büyük himmetleri görülmüştür.

İstanbul seyahatlerinde devlet adamları ve İstanbul’un ileri gelen âlim ve edipleriyle görüşmüş, tanışmış ve bunların her birinin nezdinde ayrı ayrı hüsnü kabul ve saygı görmüştür.

Nitekim İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Abdulhamid Efendi hakkında övgüyle şöyle demektedir: “İstanbul’da ve vilayetlerde mülakat ettiğim en seçkin âlimler arasında Abdulhamid Efendi zahiri ve batıni mamur ve Türklüğün medarı iftiharı olan, benzeri az bulunan bir allamedir.”

Abdulhamid Efendi 1874 yılında Hicaz’a gitmiş ve seyahati sırasında Antep, Halep, Şam, Mısır, Hicaz gibi büyük şehirlerde birçok Arap, Fars âlimleriyle görüşmüş, tanışmış ve bunlardan da ayrı ayrı hürmet görmüştür.

Tarikatlar hakkında da uzun zaman ilmî tetkiklerde bulunmuş ve nihayet bunların asli hakikatlerini iyice anladıktan sonra Kadiri ve Şazili tarikatlarının ikisine birden intisap etmişti. Ahmet bin İdris’in Şazilî tarikatında açtığı yolda çok ilerleyerek halifeliğe ulaşmış ve İdrisî tarikatından da halkı irşad için mezun kılınmıştır.

12 Mayıs 1902 tarihinde vefat etmiş olup Harput’tan Pertek’e giden caddenin sağ tarafındaki Kürtler Türbesi kabristanında babası Ömer Naimî Efendi’nin yanına defnedilmiştir.

Çalınan Sakal-ı Şerif

Harput’ta; biri Kurşunlu Camii’nde, biri Sarahatun Camii’nde, diğeri de Büyük Hacı Mehmet Efendi’nin konağında bulunan ancak sonradan Ulu Camii’ne verilen üç lıhye-i saadet (sakal-ı şerif) bulunuyordu.

Her Ramazan ayı arife günleri ikindi namazından sonra Kurşunlu Camii’nde bulunan sakal-ı şerifin açılışını kendi döneminde Hacı Abdulhamid Efendi, Kadir gecesi ise Sarahatun Camii’nde Büyük Beyzade Hacı Ali Rıza Efendi tarafından açılması bir gelenek haline gelmişti. Bu açılışlar halkın da yoğun katılıcıyla çok azametli ve heyecanlı olurdu.

Yine Ramazan Bayramı arifesinde Kurşunlu Camii’nde Sakal-ı şerifi ziyaret için gelenlerle cami dolup taşmıştı. Namazdan sonra tüm cemaat büyük bir heyecan ve sabırsızlıkla sakal-ı şerifin açılmasını bekliyordu.

İzdiham ve hücumu önlemek, ziyaretçileri tek tek bu zincirin içine alıp ve minberin yanında sakal-ı şerifi ziyaret edip çıkarmak için 15-20 kişi kollarını birbirine kenetleyerek bir zincir teşkil etmiş, Hacı Abdulhamid Hamdi Efendi’yi bekliyorlardı.

Cemaatteki heyecan had safhaya çıkmış, tekbirler, salavatlar camiyi inletmeye başlamıştı. Bu ziyaret esnasında halkı coşturmak ve heyecana getirmek için de güzel ve gür sesli hafızlar müezzin mahfilinde ayakta naat-ı şerifleri okumak için hazır bekliyorlardı.

Abdulhamid Hamdi Efendi namazdan sonra oturduğu yerden doğruldu, Lihye-i Saadet’in saklandığı emin ve yüksek bir yerde olan dolaba doğru yürüdü. Kuşağının arasından anahtarı çıkarıp besmele ile dolaptaki sandukayı çıkardı. Yine sandukayı besmele ile açarak birbiri üzerine sarılmış güzel kokularla bezenmiş 40 kat bohçayı açmaya başladı.

Abdulhamid Efendi, bu bohçaların her bir katını ziyaretçilerin hasretli bakışları huzurunda salavatlar eşliğinde birer birer açıyordu. Her bohça açılışında ziyaretçilerin heyecan katsayısı daha bir artıyor, 40. bohçanın açılışına yaklaşıldıkça artık hasret doruk noktasına gelmiş, Resulullah sevgisi bir sel olup gözlerden yaşlar halinde taşmaya başlamıştı.

Bohça açılmaya başlayınca güzel ve Davudî bir sese sahip olan Hacı Mamo, Nabi’nin; 

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu

Nazargâh-ı İlâhî'dir Makâm-ı Mustafâ'dır bu.”

diye başlayan naat-ı şerifi okuması ile Allah Allah sedaları caminin kubbesini çınlatıyordu. Bütün cemaat heyecan ve vecd içinde hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.

Abdulhamid Efendi, yavaş ve sakin bir şekilde salavat getirerek bohçanın her katını açmaya devam ediyor, cemaatte bu salavatlara hep bir ağızdan eşlik ediyordu. Sakal-ı şerifin sarılı olduğu son kata gelinmişti. Cam bir kutu içinde bulunan sakal-ı şerifi çıkaracak, önce kendisi üç defa öptükten sonra, yanındaki zevatlara ziyaret ettirecek ve sonra cemaate dönerek ziyaret ettirmeye başlayacaktı. Ziyaretten sonra da yine tekbir ve salavatlarla 40 bohçaya sarılacak ve yerine konacaktı.

Son kat da açılmıştı. Fakat o da ne? Sakal-ı şerifin içinde bulunduğu can kutu yoktu. Abdulhamid Hamdi Efendi gözlerine inanamadı. Önce şaşkın şaşkın hayretle etrafına baktı, sonra döndü tekrar açtığı bohçaya baktı. Hala gözlerine inanamıyordu. Sakal-ı şerif geçekten de yoktu. Zayıf, cılız ve dayanaksız biri olduğu için sendeledi, düşmek üzereyken yanındakiler tutuverdiler.

Herkes donmuş, camiyi büyük bir sessizlik kaplamıştı. Kurşunlu Camii’nde bulunan sakal-ı şerif çalınmıştı. Cemaatle birlikte hayretler içinde kalan Abdulhamid Hamdi Efendi, büyük bir üzüntü içinde yere çöktü, göz yaşlarına hâkim olamadı. Hacı Hamid Efendi bu hâdiseden çok müteessir olmuştu. Bu hâl tam 17 sene devam etmiş ve böyle mukaddes bir emanetin kendi zamanında ortadan kaybolması gücüne giderek hâdiseyi hatırladıkça gözyaşları dökmüş ve bulunması için hep dua etmişti.

17 yıl boyunca Kubbeli Cami arefe günü sessiz ve mahzun, Abdulhamid Hamdi Efendi ile birlikte Harput ve Harputlular üzgündü.

17 yıl sonra Dersaadet’ten gelen bir müjdeli haberle birlikte Harput ahalisi üzerinde büyük bir heyecan ve sevinç meydana getirmişti.

Müjdeli haber ta Sincan Kaşgar’dan ve bizzat Kaşgar Emiri’nden geliyordu.

Kâşgar Emiri;

- “Osmanlı ülkesinde Harput namında bir şehir ve bu şehirde Hacı Abdülhamid Efendi adında bir âlim var mıdır?” diye Bab-ı Ali’ye bir mektup göndermişti. Uzun süren bir araştırma sonunda Harput’ta böyle bir zatın mevcut olduğu, cevaben Payitahta bildiriliyor.

Meğerse bir Arap seyyah Harput’a uğramış, kimsenin olmadığı bir zamanda Kurşunlu Camiye girerek sakal-ı şerifi çalmıştı. Çaldığı bu sakal-ı şerifi Kaşgar'a götürmüş ve büyük bir bedel karşılığı Kaşgar Emiri’ne satmıştı.  Kaşgar emiri ise bu mukaddes emaneti sarayına en yakın bir camiye hediye ederek halkın ziyaret etmesi amacıyla vakfetmişti. Aradan uzun zaman geçtikten sonra Kaşgar Emiri, bir gece Hazreti Peygamber (s.a.v.)’i rüyasında görür.  Peygamber (s.a.v.) Kaşgar Emiri’ne:

- “Falan tarihte satın alıp da camiye hediye ettiğin emanet hırsızlıktır. Hakikî sahibi Osmanlı diyarında Harput şehrinde Hacı Hamid Efendi’dir, acele bu zata ulaştır” diye emir verir.

Bu rüya üzerine Kaşgar Emiri, Bab-ı Âli’ye mektup yazmış ve müspet cevap alınca sakal-ı şerifi dört muhafızla İstanbul’a, İstanbul ise Harput’a göndermişti.

Harput’ta bütün halk cadde ve sokaklara dökülmüş, büyük bir sevinç, heyecan ve hasretle sakal-ı şerifi getirecek görevlileri bekliyordu.

Abdulhamid Efendi başta olmak üzere tüm Harputlular tarafından Harput girişinde muazzam merasimle karşılanan sakal-ı şerif Abdulhamid Hamdi Efendi’ye teslim edilmişti. Abdulhamid Efendi ve cemaat tekbirlerle salavatlarla Kurşunlu Camii’ne yürümüş, Hamdi Efendi bizzat kendisi sakal-ı şerifi eski makamına koyarak, şükür secdesine kapanmış ve sevinç gözyaşları halıyı ıslatmıştı.

Geniş Bilgi için bakınız:

İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, c.1, s. 281; c.2, s. 156-163; Süleyman Yapıcı, Harput Bir Havza Kültürünün Manevi Hüviyeti Âlim - Müellif ve Mutasavvıfları, c.1, s. 112-113.

04.08.2023

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi