KARADAYI - 2

geçen haftadan devam…

Benim hıçkırıklarım ve yahut köpeğin mırıltıları Karadayı’yı kendine getirmişti. Gözlerini yavaş yavaş açtı evvela bana ve sonra köpeğe baktı. Yanaklarının çukurlarında toplanan yaşları yumruğu ile sildi ve göğsünü doldurup kabartan bir iç çekişle doğruldu. Köpeğin başını okşayarak ayağa kalktı. Beni hiç görmüyordu, yüzüme bakmıyordu. Yürümek istedi. Dizlerine sarılarak:

- Karadayı, beni affet; bir daha bir şey yapmayacağım, hıçkırıklar sesimi kesiyor, boğazım kumla dolmuş gibi sesim çıkmıyordu. O, evvela beni silkip fırlatmak ve yoluna devam ister gibi bir vaziyet aldı, fakat yapmadı. Yüzümü elleri ile tutup kaldırdı. Gözlerimin içine bakarak, tıpkı köpeği okşadığı gibi bir okşayışla başımı okşadı.

- Sen, sen de mi? Benim gibi sen de mi ağlıyorsun? Küçük haşarı; demek bana acıdın, yaptığına pişman oldun ha? Öyle ise ağlama; ağlamak, iyi değildir. Sana yazık çocuğum; haydi haydi evine git ve iyi çocuk ol. Ben bununla iktifa edemiyorum. İstiyorum ki Karadayı beni daha birçok şeyler söyleyerek affetsin ve affedildiğime ben iyice inanayım. Lakin o fazla bir şey söylemedi, yürüdü. Arkasından da ihtiyar sokak köpeği onu takip etti.

Bu terkedilmiş kimsesiz iki mahlûk birbirine ne kadar eştiler ve birbirini nasıl anlamışlardı. Buna hala hayret etmekteyim.

Karadayı ile bu vakadan sonra candan iki dost gibi olmuştuk. Bu garip ve kimsesiz adamı ne zaman görsem utanır ve içimde bir yerin sızladığını duyardım. Beni hala affetmemiş gibi görürdüm ve onun affına mazhar olmak için çalışırdım. Evde benim sevdiğim iyi bir şeyi pişirtir veya elime para geçerse hemen Karadayı’yı hatırlar, bunlardan mutlaka ona yedirmek ve vermek isterdim. Çok defa sokaklarda geç vakitlere kadar dolaşıp onu aradığım olurdu.

Bazen evimizin arkasındaki viraneye çekilir, bir çukurun içine yan yana oturarak konuşurduk. Ona götürdüğüm yemekleri o, yerken ben doyulmaz bir haz ve sevinç duyardım.

Bu böyle gittikçe arkadaşlığımız ilerledi ve aradan seneler geçti. Bu zaman zarfında ben Karadayı’nın bir müdafii olmuştum. Onu müdafaa etmek ve kuvvetli çocukları tecavüzden men eyleyebilmek için kuvvetimi arttırdım. Spor yaptım, hasılı bu yüzden mükemmel bir pehlivan olmuştum. 

Kasabanın bütün çocukları benden yılar ve çekinir olmuştu. Karadayı’yı benim himaye ettiğimi hepsi öğrenmişlerdi. Artık ona kimse ilişmiyordu. Ben de büyümüş, gelişmiş yavuz bir delikanlı olmuştum. Orta mektebe gidiyordum. Karadayı benim için sabit bir fikir olmuştu. Bazen rüyalarımda bile onu görüyor, onu koruyordum. Bir gün düşünüyordum.

Bu adam kimdir? nedir? nereden gelmiştir? neden bu hale düşmüştür? Bu bir sürü sualin cevabını o güne kadar aramamıştım. Bir gün Karadayı’yı Çınar çeşmesinin yanında buldum. Temmuzun sıcak bir günü idi, bol su ile yıkayıp serinlemeye çalışıyordu. Beni görünce gülümsedi. Karadayı’nın bu gibi halleri pek az görülür ve yıllar geçerdi de güldüğünü kimse görmezdi. Ben birkaç defa bana ve bir de sık sık beraber göründüğü ihtiyar köpeğe güldüğünü görmüştüm. İşte o gün de böyle güler bir yüzü vardı.

Ben yanına sokulurken o;

- Gel bakalım evlat; nasılsın? nereye böyle? diye neşeli neşeli söyleniyordu.

- Sana, Karadayı, sana geliyordum. Çoktandır görmedim de … dedim.

- Ah; sağ olasın be küçük bey, nedeceksin beni görüp de artık vaz geç o eski düşüncelerden, Karadayı senden memnundur. Allah’ta memnun olsun, tuttuğun altın etsin oğul, işte benim yoldaşım da geliyor.

Başımı çevirdim, gelen o ihtiyar sokak köpeği idi. Karadayı bunu adını Yoldaş koymuştu. Hayretle yüzüne baktım.

- Eh dedi; ne yaparsın bu kasabada benimle ilk dost olan ve benim en kimsesiz ve en kederli günlerimde bana eş olan bu köpektir. Bilsen yavrum, bu köpek ne hisli hayvandır.

Onu eşini Belediye zehirledi, yavrularının birini bir araba ezdi, diğerini mahalle çocukları suda boğdular. O gün o yavruyu kurtarmaya o kadar uğraştığım halde ellerinden alamadım. Sonra bu yetişti yetişti ama iş işten geçmişti.  Derenin kenarında saatlerce olurdu ve ağlardı. Ben de onunla beraber ağlamıştım. Sonra bunu alıp kendi kulübeme getirdim, kendi yiyeceklerimden verdim yemedi. Sabaha kadar hırlandı ve sabaha karşı kayboldu. Ondan sonra pek seyrek görürdüm. İşte o gün, hem seninle karşı karşıya ağlaştığımız gün o gelmişti ya, işte o günden beridir bana her gün iki kere uğrar ve her yeri arar.

İhtiyar köpeği ben de okşadım, taşların üzerine oturduk. O da yanımıza yattı, kuyruğunu yere pat pat vuruyor, ara sıra vücudunu rahatsız eden sinekleri ağzı ile yakalamaya çalışıyordu.

- Karadayı, dedim. Ben sana niçin geldim biliyor musun?

- Yoh oğul ne geldin ki?..

- Bana hayatını anlatacaksın. Sen kimsin? nesin? kimin nesisin? nereden geldin? ne yaptın? bugün neden böyle yalnız ve kimsesiz yaşıyorsun?

devam edecek…

30.09.2022

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi