ALMA MAZLUMUN AHINI…

Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Sayın Nafiz Koca’nın bir paylaşımını okuduğum da benim de tüylerim diken diken oldu ve iliklerime kadar titredim.

Depremzede bir hanımefendinin feryadıydı:

Allah sizin de belanızı versin, hiç mi görmediniz?

Bu çaresizliğin getirmiş olduğu bir feryat, bir çığlıktı…

Bu bir mazlumun feryadıydı…

Bu haksızlığa uğrayan birinin çığlığıydı…

Bu Elazığ’da haksızlığa uğrayanların temsili çığlığı ve feryadıydı. 

Beddua etmek, bela ve lanet okumak dinimiz tarafından hoş karşılanmasa da bazen çaresizliğin bir ifadesidir.

Mazlumun sığınağıdır.

Bela okumak, bedduadır…

Bela okumak, lanetlemektir…

Kalp kırmak, üzmek, incitmek, gönül yıkmak, kötü davranmak, canını acıtmak, haksızlık yapmak, hak yemek, malını gasp etmek, emanete ihanet etmek, hırsızlık, çalmak, iftira da birer zulümdür.

Özellikle bu sebeplerden herhangi birisiyle bir kimsenin haksız yere kalbini kırmak zulümdür.

Kalbi incinen kişi mazlum, inciten de zalim olmuş olur.

İnsanlar, genellikle iyilik gördükleri kişilere dua eder, Allah tarafından mükâfatlandırılmalarını isterler.

İnsanlar, canları yandığında; haksızlığa, zulme ya da bir mağduriyete uğradıklarında, rencide olduklarında, canları yandığında karşı taraftan haklarını almak isterler.

Kaybolan haklarını bizatihi alamayınca onu alabilecekleri bir makam, bir merci ararlar.

Bazen hakkını alacak bir merci bulamayınca, işi Allah’a havale eder.

Acziyetin de vermiş olduğu ezilmişlik duygusu ile dilek ve isteklerini içten yalvararak, yakararak Allah’ın adaletine sığınır ve zulmedenin ilâhî makam tarafından cezalandırılmasını ister.

Mağduriyet anları kişinin en zayıf ve Allah’a en samimi duygularla sığındığı anlardır. 

Zaten canı yanan, ağlatılan, üzülen, hakkı yenen, gönlü kırılan, zulme uğrayan kişinin durumu beddua halidir.

Mağdurun bu durumunda Allah’ı anarken duyduğu heyecan, Allah’a atfedilen güç ve beklentilerin harekete geçirdiği hisler dorukta olduğu anlardır.

Onun için; Mazlumun bedduasından sakının, çünkü Allah ile mazlum arasında perde/engel yoktur.” nebevî tehdidinin de anlamı budur.

İşte o an mazlumun, mağdurun en zayıf anıdır.

Zayıflığını hissedişinin, Allah’a sığınma gereği ve hissinin zirvesindedir.

Kul, bu denli yoğun duyguları nadir anlarda yaşadığı için, isteklere cevap verme ile talep örtüşür ve anında karşılık bulur.

Kim birinin kalbini kırıp onu ağlatırsa, o kişinin bedduasından sakınsın. Çünkü gözyaşları yere düşmeden ne dilerse o olur” nebevî uyarısını dikkate almak zorundayız.

Onun için mazlumun ahından ve bedduasından korkmak gerekir.

Ah etmek, bir insanın uğradığı keder, üzüntü ve ızdırabını, acısını, canının yanmasını Allah’a ulaştırmasıdır.

Mazlumun ahı titretir Arş-ı Ala’yı.

Ah çekenin, ah edenin, uğradıkları zulümler, kötülükler, haksızlıklar karşısında içi yanmaktadır.

Zira ah, ateştir.

Peygamberimiz (s.a.v.)’in ifadesiyle;

 “Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü o dua, bir ateş kıvılcımı gibi semaya yükselir” 

Bu kıvılcımdan, bu ateşten çıkan ah/beddua zulmedeni, acı vereni, üzeni, kötülük yapanı, emanete hainlik edeni ve hak yiyeni yakar.

Bu nedenle dünya, bir imtihan dünyasıdır.

Bu dünya; “Etme bulma dünyası”dır.

Kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağı, ektiğini biçeceği muhakkaktır.

İşlediği günahların, suçların bir kısmını az da olsa bu dünyada çekeceği de bir gerçektir.  

“Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur.”

“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.”

 

28.12.2020

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi