ŞEYTAN DA DOĞRU SÖYLER!

Muhyiddin ibn-i Arabi’nin “Şeceretü'l-Kevn” isimli eserinde “Hikayetü İblis” başlığıyla bir hadis rivayet nakledilir.

Beş-altı sayfalık bir tek hadis olan bu rivayet, uzunluk bakımından genel olarak diğer hadis standartlarına uymamaktadır.

Kaynağı belli olmayan bu uzun rivayette yer alan değişik bilgiler, farklı hadis kaynaklarında da mevcuttur.

Bu rivayet, bize bu hadisin “müdrec” olduğunu yani değişik hadislerde bulunan bilgilerin bir araya getirildiği ve ilaveler yapıldığı imajını vermektedir.

Bu hikâyenin anlatılmasından maksat; etkili bir şekilde öğüt vermek, insanlara doğru yolu göstermek olduğunda dolayı özet halinde bir bölümünü siz okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

İbn-i Abbas (r.a.)’nden naklen Muaz b. Cebel rivayet ediyor.

“Bir gün Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensar’dan birinin evine toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık.

- “Ev sahibi… İçeridekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var, görülecek bir işim var...

(…)

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz duruma vâkıf oldu ve:

- “Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?” buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:

- “En iyi bilen Allah ve Resûlüdür.” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:

- “O, lâin iblistir. Şeytandır. Allah'ın lâneti onun üzerine olsun...”

(…)

- “Kapıyı ona açın gelsin... O buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz...”

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani râviden. Şöyle anlattı:

Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki; şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da bir manda dudağına benziyordu. Sonra şöyle bir selâm verdi:

- “Selâm sana ya Muhammed! Selam size ey cemaat-ı müslimin.” Onun bu selâmına Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:

- “Selâm Allah'ındır, ya lâin.” Sonra ona şöyle buyurdu:

- “Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?” Şeytan şöyle anlattı:

- “Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.” Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- “Nedir o mecburiyet?” Şeytan anlattı:

- “İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi ve dedi ki:

Allah-ü Teâlâ sana emir veriyor. Muhammed’e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. O’na gideceksin ve Âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın.’

(…)

- “İşte böyle ya Muhummed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor.

(…)

Bundan sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle sordu:

- “Mademki sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?” Şeytan şu cevabı verdi:

- “Sensin ya Muhammed... Allah'ın yaratıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki.” Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- “Benden sonra en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?..” Şeytan anlattı:

- “Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.”

Bundan sonra, sual-cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı.

- “Sonra kimi sevmezsin?”

- “Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi.”

- “Sonra?..”

- “Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi”

- “Sonra?..”

- “Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez.”

- “Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?”

- “Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz, her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden saymaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hâsılı onun sabrını; halinden, tavrından ve şikâyet etmeyişinden anlarım.”

- “Sonra kim?..”

- “Şükreden, zengin.”

- “Peki, ama o zenginin şükreden olduğunu nereden anlarsın?”

- “Onu görürsem ki aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki o şükreden bir zengindir.” Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:

- “Peki, ümmetim namaza kalkınca senin halin nice olur?”

- “Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.”

- “Neden böyle olursun ya lâin?..”

- “Çünkü bir kul, Allah için secde ederse bir derece yükselir.”

- “Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?”

- “O zaman bağlanırım. Ta, onlar iftar edinceye kadar.”

- “Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?..”

- “O zaman da çıldırırım.”

- “Peki ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun?..”

- “O zaman da eririm, tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.”

- “Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?”

- “Ha işte o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.” Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz sebeplerini sordu:

- “Neden öyle testereyle ikiye biçilirsin ya Ebâ Mürre?..” Bunun üzerine iblis: 

- “Onu da anlatayım...” dedikten sonra anlatmaya başladı:

- “ Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:

     1. Allah Teâlâ, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.

     2. O sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.

     3. Allah Teâlâ, onun verdiği sadakayı cehennemle arasında bir perde yapar.

     4. Allah Teâlâ, belâyı, sıkıntıyı ve âhları (bela ve sıkıntıları) ondan defeder.”

Şeytan, şeytanlığına rağmen bazen doğruları da söyler…

07.12.2020

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi