AVRUPA’NIN ŞIMARIK ÇOCUĞU; YUNANİSTAN

Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan, bu günlerde yine şımarmaya ve kaşınmaya başladı.

İstanbul' un fethinden sonra Osmanlılar; 1458 yılında Atina'yı, 1460 yılında Mora Yarımadası'nı almasıyla birlikte Yunanistan’ı egemenliği altına almıştır.

1828 yılında bağımsızlığını kazanana kadar yaklaşık 368 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır.

Osmanlı DevletiYunanistan’ı aldığında Millet sistemini uygulamış, dinlerini, dillerini, görünüşlerini değiştirmelerine zorlanmamıştır.

Osmanlı sultanı Yunan Ortodoks kilisesinin patriğini imparatorluk içindeki tüm Yunanlıların lideri ilân etmişti.

Hatta Atina ve Rodos gibi bazı Yunan şehirleri kendi belediyelerini kendileri yönetmiş, Türk idareciler işin içine girmemiştir. Bu uygulamalar karşısında birçok Yunan Müslüman olmuştur.

Türkler ve Yunanlar yüzyıllar boyunca bir arada yaşamışlar gerek günlük hayatta, gerek ise dil konusunda birbirlerinden oldukça etkilenmişlerdir. Bu etkileşim, dilde, müzikte ve mutfak kültüründe kendini daha fazla göstermiştir.

Osmanlı Devleti’nde, Fransız İhtilâli ile ateşlenen milliyetçilik akımı Avrupa’da birçok kavmi ayaklandırdığı gibi, Osmanlılarda da azınlıkların bir kısmını cezbetmişti. Osmanlı Devleti’nde Rusların desteğiyle ilk ayaklanan millet Sırplar olmuştur.

Arkasından başta Rusya, Fransa ve İngiltere olmak üzere tüm Avrupa devletleri Yunanlıları ayaklandırmaya başlatmış ve Yunanistan’ın bağımsızlığı için Osmanlı’ya baskı uygulamaya başlamışlardır.

Bu devletlerin başında her zaman olduğu gibi Rusyaİngiltere ve Fransa bulunmaktadır. Geçmişte bu devletlerin şımarık çocuğu olan Yunanistan dün de, bu gün de bu devletlerin şımarık çocuğu olmaya devam etmektedir.

Bu baskılar sonuç vermiş ve 1828 yılında yapılan Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Bu bağımsızlık isyanlarında aynı devletlerin desteğiyle Yunanistan’da ve özellikle de Mora adasında büyük katliamlar yapılmıştır. Mora Türkleri tarih sahnesinden tamamen silinmişlerdir. Mora’da yaşayan 100 bin Müslüman Türkler dâhil olmak üzere 200 bin Türk ya katledilmiş ya da yaşadıkları yeri terk etmeye zorlanmıştır. Sadece Tripoliçe’de yaşayan 40 bin civarında Türk üç boyunca katledilmişlerdir.

Avrupa’nın şımarık çocuğu, bağımsızlık adı altında başlattığı isyanlarla birlikte yapmış olduğu katliamlarına 19 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e asker çıkarmasıyla ve 16 Eylül 1922 tarihinde İzmir’de denize dökülmesi arasında geçen zaman içinde de devam etmiştir.

Yapmış olduğu katliamlar ve vahşet hiçbir zaman unutulmadı, unutulmayacak da.

Bu katliamlara iki yazar ve bir askeri tutanakla kısa birer örnek vermek istiyoruz.

Bunlardan biri olan Amerikan tarihçi Justin Mc Carthy; “Ölüm ve Sürgün” isimli kitabında bu katliamları şöyle anlatır:

Üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler, bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ve ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar dahi öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, çetecilerin sergerdesi Kolotokronis’in kendisi bile kasabaya girdiğinde Yukarı Hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu cesetlerden bir örtüye dönüşmüştü. Şehirdeki yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. Kadınların ve çocukların bulunduğu Müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı."

Üç günde 40 bin Müslüman Türk katledilmiş ve Mora adası tamamen Müslüman Türklerden temizlenmişti.

Yazar, sadece 15 Mayıs 1919’da, yani İzmir’e Yunan askerinin çıktığı ilk gün birkaç saat içinde 700-800 Türk’ün öldürüldüğünü aktarır ve İzmir’in ardından işgal edilen Aydın, Denizli, Manisa, Uşak, Kütahya, Bursa gibi şehirlerde köylere kadar varan sistemli katliamın rakamlarını verir.

İşgal sırasında yapılan katliamlar yanında asıl büyük katliam ve vahşet ise Sakarya Savaşı’nın ardından geri çekilmeye başlayan Palikarya ordusu tarafından yapılmıştır.

İngiliz askeri kaynakları bu durumun çözümlemesini şöyle yapar:

Geri çekiliş, ustalıkla ve düzenli biçimde gerçekleştirildi. Yunanlılar ülkenin boşalttıkları bölümünde tam bir yakıp yıkma, yok etme etkinliği yürüttüler, bütün köyleri yaktılar ve demir yolunu da tümüyle işlevsiz hale getirdiler.

İşkence yöntemleri de şöyle özetlenebilirÇuvala koyup suya atarak boğmak, ağaca asarak parça parça etmek, diri diri çukura gömmek, gözleri oymak, kol bacak kesmek, camiye doldurup yakmak, kurbanını; eline silah verip öldürtmek, ırza geçmek, çocukları ana-babalarına zorla tecavüz ettirmek, kadınların edep yerlerine bomba koyup patlatmak; Kur’an’a saldırı, kızgın boğaza, kulağa, gözlere erimiş maden dökmek, tabanlara nal çakmak vs vs!..

Yunan zulmü, mezalimi, vahşeti ve katliamları ile ilgili onlarca kitap yazılmış ve bu vahşet en ince detaylarına kadar anlatılmıştır.

Yunanlılar, Kurtuluş mücadelesi sırasında yenildiklerinden intikam hırsıyla köyleri yakıp yıkmışlar ve yaşlı genç demeden insanları katlederek muharebelerin acısını savunmasız halktan almışlardır. Böylece geri çekiliş sürecinde insanlık suçu işlemişlerdir. Yunanlılar özellikle Manisa, Aydın ve Tire’de tarihte eşi görülmemiş vahşetler yapmışlardır. Yağma, tecavüz ve işkencelerle insanlarımız hemen her gün vahşice katledilmiştir.

Diğer yazar ise Yakup Kadri’dir. Millî Mücadele devam ederken Yakup Kadri, İstanbul’dan Anadolu’ya geçmiş ve Yunan işgalinin Türk milleti üzerinde yaptığı bu tahribatı yakından görmüştür.

Yakup Kadri, Yunan zulümlerini “Millî Savaş Hikâyeleri” adlı kitabında toplamıştır. Bu kitapta geçen hikâyelerden biri de “Küçük Neron” dur.

Hikâyede olaylar şu şekilde gelişir:

Manisa’yı işgal eden Yunanlıların kumandanları Filipos yani küçük Neron, Belediye binasının balkonunda sürekli olarak askerlerine emirler vermektedir. Yunan ordusunun geri çekilmesi ve Türk askerlerinin şehre yaklaşması Filipos’u hiddetlendirir. Bütün ahaliyi evlere ve camilere hapseder. Şehrin muhtelif çıkış noktalarına askerlerini yerleştirir. Diğer askerlerine de dinamit ve benzin tenekeleri dağıtır. Ardından askerler tek tek evlere girip kadınlara ve kızlara tecavüz ederler sonra onları katlederler. Bu uygulama bitince şehir aynı anda dört bir noktadan ateşe verilir. Şehirdeki diğer otuz camiye kâfi miktarda dinamit ayırmayı da unutmazlar. Alevler, şehri yakma emrini veren Küçük Neron’un yüzünde yansıdığı sırada halk yangından kaçmaya çalışır. Ancak şehrin çıkış noktalarına yerleştirilen askerler kaçan halkı yaşlı çocuk demeden katlederler. Küçük Neron vahşice gülmektedir.

Evet, bu günlerde yine şımarmaya başlayan Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan’a nasıl biz bu zulüm ve vahşeti unutmadıysak; kendilerine de Kurtuluş mücadelesinde verdiğimiz dersi unutmamalarını salık veririz.

Çünkü kaşınanı kaşırlar…

 

21.09.2020

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi