CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI

Diyanet İşleri Başkanlığı, 1-7 Ekim tarihleri arasını içeren Ekim ayının ilk haftasını 1986 yılında  “Camiler Haftası” olarak ilan etmiş ve kutlamıştır.

2003 Yılından bu yana ise bu haftaya Din Görevlilerini de ilave ederek  “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlamaktadır.

Müslümanın hayatı boyunca en fazla uğrayacağı, içinde ibadet edeceği, huzur bulacağı, cemaat halinde çevreye, ümmete ve insanlığa faydalı, hayırlı işler yapacağı bu mekânlara “bir hafta ayırarak” dikkat çekmeye niçin ihtiyaç hâsıl olmuştur?

Bu tartışmanın içine girmek istemiyorum. Çünkü hemen hemen yılın her haftası parsellenmişken bir hafta da Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olsun! 

Cami/mescid deyince ilk aklımıza gelen görevli ismi “imam”dır. İmamlık peygamber makamıdır, peygamberi temsil yeridir.

İslâm tarihinde devlet başkanı olarak ilk imam, Peygamberimiz (s.a.v)’dir. Vefat edinceye kadar beş vakit namaz, cuma ve bayram namazlarını bizzat kendisi kıldırmış, hastalandığı zaman da Hz. Ebubekir’i vekil tayin etmiştir.

Dört halife zamanında da merkezde devlet başkanı, eyaletlerde valiler şehirdeki en büyük caminin imamlığını yapmışlardır. Bazı bölgelerde halifeden ayırmak için imama “sâhibü’s-salât” denilmekteydi. Valinin bulunmadığı zamanlarda “sâhibü’ş-şurta” (emniyet âmiri) ona vekâlet ederdi. Ancak Emeviler’den itibaren halifeler ve valiler istisnaî durumlar dışında imamlık yapmamışlar, bu iş için görevliler tayin etmişlerdir. Bu görevlilerin maaşı beytülmalden veya vakıf gelirlerinden ödeniyordu.

İmam” olarak da adlandırılan İslâm devletinin başkanı, Müslümanların imamı sıfatı ile camilere nezaret hakkına sahipti. Eyaletlerde bu yetki, halifenin temsilcisi olan valilere ve görevlendirdikleri kadılara ait bulunuyordu. Camilerin iç siyasetteki rolü bilindiğinden halifeler özellikle büyük camilere itina gösteriyorlardı. Hutbe halife adına okunur ve hutbede halifenin adının anılması bölgenin idareye olan itaatinin işareti sayılırdı.

Camide görevli olan kişiler imam, hatip, müezzin, vâiz, kussâs (kıssacı, vaiz), kari, cüzhan, ferraş, bevvâb ve kayyim şeklinde sıralanabilir.

İslâm tarihinde ilk müezzin, hicrî 1. yılda Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen Bilâl-i Habeşî’dir. Âmâ sahâbî Abdullah b. Ümmü Mektûm da Hz. Peygamber’e müezzinlik yapmıştır. Bunlardan başka zaman zaman Resûlullah’a müezzinlik yapan başka sahâbîler de vardı.

Müezzin, namaz vaktinin geldiğini bildiren ezanı yüksek sesle okuyarak cemaati toplar, imamı namaza çağırır, onun gelmesi üzerine de namazın başladığını belirtmek için kamet getirir. Minareler yapılmadan önce ezan genellikle camiye yakın yüksek bir yerden okunurdu. Bilâl-i Habeşî, Mescid-i Nebevî’ye yakın en yüksek evin damına çıkarak ezan okurdu. Mekke’nin fethinde de Hz. Peygamber’in emri üzerine Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumuştur. Müezzinlere ilk defa maaş bağlayan kişinin Hz. Osman olduğu nakledilir.

Hz. Peygamber, ashabın istekli anlarını gözeterek belli zamanlarda camide vaaz veriyordu; Abdullah b. Mes‘ûd da bunu örnek alarak etrafında toplananlara haftada bir gün vaaz etmeyi uygun bulmuştu. Hz. Ömer döneminde Temîm ed-Dârî, halife cuma namazı için camiye gelmeden önce vaaza başlardı; Hz. Osman döneminde de kendisine haftada iki defa vaaz etme izni verilmişti ki bu zat ilk kas (kıssacı vâiz, çoğulu kussâs) olarak kabul edilir.

Camilerde kari (çoğulu kurrâ) tarafından Kur’an tilâvet edilmesi âdetine Emevîler döneminden itibaren rastlanmaktadır. İbn Cübeyr’e göre Emeviyye Camii’nde kurrâ sabah ve ikindi namazlarından sonra düzenli bir şekilde Kur’an okurdu. Özellikle cuma vb. günlerde Kur’an tilâvetine önem verilirdi.

Osmanlılar’da selâtin camilerinde cüzhan adı verilen kariler namazlardan önce Kur’an’dan birer cüz okurlardı. Selâtin camilerinde cüzhanlar için müstakil kürsüler yapılmıştı. Bunlar vâiz kürsülerinden daha küçük olup genellikle iki duvar arasına yerleştirilmişti. Bazı cami ve türbelerde ise ücretleri bir vakıf tarafından karşılanan ve gece gündüz aralıksız bir şekilde nöbetleşe Kur’an okuyan kariler bulunurdu.

Hz. Peygamber’in mescidini süpüren zenci bir kadın veya erkeğin bulunduğu nakledilir. Daha sonra bu iş için hademeler çalıştırılmıştır. Kayyim tabiri ise aslında temizlik, lambaların yakılması, suların taşınması gibi işlere nezaret eden, mum, lamba yağı, temizlik malzemesi vb. cami ihtiyaçlarını tespit ve temin eden kişiye delâlet ediyor olmalıdır.

İslâm birlik ve tevhid dinidir. Tevhid inancı en mükemmel ve ideal bir sosyal kaynaşma, kenetlenme, birleşme ve bütünleşme prensibidir. İşte camiler İslâm'ın özünde yer alan bu birlik ve beraberlik ruhunun insanlara kazandırıldığı, insanların birbirleriyle kaynaştığı ve toplumsal dayanışmanın temellerinin atıldığı kutsal mekânlardır.

Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken cami/mescid; Müslümanların öz evlerinden daha önemli, daha fonksiyonlu, daha çeşitli hizmetlere mekân olan bir yer idi.

Mükemmelliğe ulaşmış bir müessese olarak fonksiyonları ve bunlara uygun planı, çağında ve kendisinden sonra örnek alınan Mescid-i Nebî; mabed olmasının yanında devletin idare merkezi ve aynı zamanda da bir ilim ve kültür merkezi idi.

Ülkenin her tarafına yayılan camilerin toplumsal dayanışmadaki etkinliğini gerçekleştirmesinde ve bu mekânların birlik ve beraberliğin sembolü olarak görülmesinde büyük sorumluluklar taşıyan din görevlilerinde bulunması gereken nitelikleri de şöyle sıralayabiliriz:

Mesleğini severek yapmalı ve başka bir meslekle uğraşmamalı, ihlas sahibi olmalı, doğru ve samimi olmalı, Allah dışında bir şeye teveccüh etmemeli, güzel ahlak sahibi olmalı, tüm yaşamında söz ve davranışlarıyla örnek olmalı, bilgi sahibi ve iyi bir eğitime sahip olmalı, sabırlı olmalı, pedagojik formasyon sahibi olmalı, hizmet sunacağı kitleyi tanımalı, tarafsız olmalı, halkla kaynaşmalı, hutbe ve vaazların konusunu iyi seçmeli, ölçülü ve mütevazı olmalıdır.

 

30.09.2019

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi