AÇLIK VE KORKU ELBİSESİ

Allah o memleketi (size) bir (ibret) örneği olarak îrâd etti ki o, korkudan emin ve sakindi. Rızkı da kendisine her bir yandan bol bol geliyordu. Fakat o, Allah’ın nimetlerine nankörlük etti de Allah da ona (halkının) işlemekte ısrar ettikleri (kötülükler) yüzünden açlık ve korku libâsını (giydirip olanca acıları) tattırdı.[Nahl: 16/112]

Bu ayet, Kur’an’da geçen deyimlerin içinde Kur’an’ın kelam harikalarından ve mucizelerinden biridir. Söz ve anlam olarak bir mucize olan bu kelam, insanlara düşündürücü ve uyarıcı bir örnek sunmaktadır.

Bu ayette geçen “açlık ve korku libası/elbisesi” ve bu elbisenin tattırılmasından bahsediliyor. Açlık ve korku felâketinin bir elbisenin insan vücudunu sarması gibi insanları sarması/kuşatması anlatılıyor.

Sembolik ifadelerle dantela gibi örülmüş bir ibareyle karşı karşıyayız. Kendilerine bahşedilen nimetlere nankörlükle karşılık veren insanların, korku ve açlık gibi canlıyı hem biyolojik hem de psikolojik olarak yakıp yıkan iki tehlikeyle karşı karşıya bırakıldığı, mecazî ifadelerle anlatılmaktadır.

İnsan giydiği elbisenin sertliğini veya yumuşaklığını, sıcaklığını ve soğukluğunu bedende nasıl hissederse, açlık ve korku felâketini de bütün benliğinde öylece hisseder.

Açlığın ve korkunun getirdiği ürperti, endişe, elem bütün duygularla duyulur ve bütün duygularla yaşanır.

Açlık ve korku elbisesinin giydirilmesi…

Bu duygunun insana olanca varlığıyla tattırılması…

İnsanı kuşatan, çepeçevre saran, etkisi altına alan, kendini hissettiren felâketlere muhatap olması…

Onu içinde duyması, hissetmesi, tüm duygularında yaşaması…

Müthiş bir örnek…

Müthiş bir uyarıcı, tehdit edici, düşündürücü, sarsıcı ve anlamlı bir örnek…

İşte bu örnek, Kur’an’ın zaman zaman başvurduğu ikna edici ve öğüt verici benzetmelerinden biridir.

Kuşatıcı açlık ve korku felâketi...

Ya da insanı sarıp-sarmalayan açlık ve korku elbisesi…

Açlık ve korkuyu hak edenlere bir giysi giyme zevki gibi tattırılması…

Felâketlerin, korkuların, endişelerin, tereddütlerin ve güvensizliğin bir örtü gibi toplumun üzerine atılması…

Açlık ve korku duygusunun herkesi sarıp kuşatması…

Kur’an bu ayette, bir şehir veya beldeyi örnek veriyor. O şehir halkının yaptıklarına karşılık neyi kazandıklarını göz önüne seriyor.

Bu şehir veya belde, öyle bir belde ki güvenlik ve refah içinde olan bir belde…

Her türlü korkudan emin ve huzur içinde olan bir belde…

Nimet ve rızkın her yandan bolca aktığı bir belde…

İşte böyle bir belde ahalisine açlık ve korku felaketi, belası, acıları tattırılarak bu felaket elbisesi gibi çepeçevre kuşatıyor.

Açlık ve korku felaketine sebep olan davranışlar hangileriydi?

Şimdi bu terkibin ifade ettiği nükteleri, verdiği etkileyici örneği adım adım takip ettiğimiz de, diğer ayetlerin de [Nahl: 16/112-113] bu terkip içinde yer aldığını görmekteyiz.

Birincisi; Allah’ın nimetlerine nankörlük etmek,

İkincisi; işledikleri kötülükte ısrar etmeleri,

Üçüncüsü; kendi aralarından gelen peygamberi yalanlamaları,

Dördüncüsü; bu zulüm ve haksızlıklarına devam etmeleridir.

Ayette Allah bir şehri/beldeyi örnek olarak veriyor. Ancak hangi şehir olduğunu belirtmiyor.

Bu belde/şehir neresi?

Bildik ve tanıdık bir mekân mı?

Zamanın derinliklerinde var olmuş sonra da yok olmuş ve izleri kalmamış bir yerleşim yeri mi?

Kur’an iniyorken bilinen ve kıyamete kadar da bilinmeye devam edilecek olan meşhur bir yer mi?

Yoksa Mekke mi?

Bu şehrin özelliğini taşıyan diğer tüm şehirler mi?

Önemli olan bu şehrin hangisi olduğu değil, önemli olan Kur’an’ın uyguladığı metotla mesaj vermek, dikkatleri olayların arkasındaki gerçeğe çekmektir.

Olayın şurada veya burada olması meselenin özünü değiştirmez. Bu genel bir benzetmedir ki tarihte yaşamış olabileceği gibi, günümüzde veya gelecekte de var olabilir. Burada önemli olan örnek verilen şehir halkının durumudur.

Açlık ve korku elbisesi” deyimi, eski Araplarda “insanın başına gelen felâketler” anlamında ve her yandan kuşatan felâketi ifade için kullanılan klasik deyimsel bir ifade olmasıdır.

Bu örnek, uzun vadede ve bir bütün olarak toplumsal hayatın karmaşık dokusu içinde dönüp dolaşıp eninde sonunda insanların başına sadece ahirette değil, bu dünyada da vahim sonuçlar, büyük felâketler açacağını gösteriyor.

Açlık ve korku libası/elbisesinin giydirilerek olanlara acıların tattırılmasından kurtulmanın reçetesi ise bir sonraki ayette [Nahl:16/114] belirtilmiştir:

Birincisi; Allah'ın verdiği helâl ve temiz rızıktan yemek/faydalanmak,

İkincisi; yalnız Allah’a ibadet etmek,

Üçüncüsü; O’nun nimetlerine şükretmektir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz:

Ayetin ifade ettiği “açlık ve korku elbisesi”; toplumu saran, etkileyen, tedirgin eden kuşatıcı felâketlerdir.

Bu dünyada hiç bir insan ve toplum, “Allah ile olan bağını” ya da “sözleşmesini” ahlâkî ve toplumsal ölçülere dayandırmadıkça/kurmadıkça, güvenlik ve refah içinde yaşamayı umamaz. İstenen ideal huzur ve güvene kavuşamaz.

Nimetlere nankörlük etmenin bedeli de kişiyi ve toplumu kuşatan, her zaman ve her beldede farklı şekillerde ortaya çıkabilecek etkileyici, kuşatıcı sıkıntı ve felâketlerdir.

Bu belâları ve şiddetli sıkıntıları insanlar bütün yönleriyle hissederler.

Ayette sayılan, “emniyet (güvenlik), itminan (doyum) ve rızkın kolaylıkla gelmesi” kaybolunca belâ ve musibetler adeta bir örtü, bedeni kaplayan elbise gibi toplumu kuşatır.

Zulüm ve haksızlık;  güvenin kalkmasına, korkunun yayılmasına, ekonominin bozulmasına, açlık ve kıtlığa sebep olur. Adalet ve başkalarının hakkına saygı ise; güven ve huzurun kurulmasına, ekonominin düzelmesine, bolluk ve refaha neden olur.

Bu demektir ki toplumlar saadeti de, felâket veya huzursuzluğu da kendi elleriyle kazanırlar.

…Bir kavm, özlerindeki (güzel hal ve ahlâkı) değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesiz ki onun (halini) değiştirip bozmaz…[Ra’d:12/11]

23.09.2019

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi