HZ. OSMAN, MELEKLERİN HAYÂ ETTİĞİ İNSAN
17 Haziran Hz. Osman’ın şehadetinin yıl dönümü.
Osman bin Affân, Fil Vak‘ası’ndan altı yıl sonra 577 yılında Tâif’te doğdu. Kureyş’in en zengin tüccarlarından Affân, annesi Ervâ bint Küreyz, Resulullah’ın halası kızıdır.
Mensup olduğu Emevî (Ümeyye) kabilesinin soyu Abdümenâf b. Kusay’da Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir.
Gençliğinde babasının yanında ticaretle uğraşan Hz. Osman, İslâm öncesinde Mekke’nin önemli tüccarları arasına girdi.
İslâmî davetin ilk safhasında Hz. Ebû Bekir’in delâletiyle Resûlullah’ın yanına giderek ilk on Müslüman arasında yer aldı. Yaşarken Cennetle müjdelenen on kişiden biridir.
Eşraftan olması dolayısıyla İslâm’ı kabul edişi Kureyş içinde yankı yaptı. Hz. Osman kısa bir süre sonra Hz. Peygamber’in kızı Rukıyye ile evlendi. İslâmiyet’in 5. yılında (615) hanımıyla birlikte ilk kafilede Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da doğan ve hicretin 4. yılında (625) vefat eden oğlu Abdullah dolayısıyla kendisine “Ebû Abdullah” künyesi verildi.
Bir yıl sonra Habeşistan’dan Mekke’ye döndü ve ardından Medine’ye hicret etti. Sevgili Peygamberimiz onun hakkında “Bu ümmet içerisinde ailesiyle ilk hicret eden Osman bin Affan'dır” buyurdu.
Hanımı Rukıyye’nin vefatından sonra, Hz. Peygamber, Hz. Osman’ı daha sonra diğer kızı Ümmü Külsûm ile evlendirdi. 630 yılında onun da vefatı üzerine Peygamberimiz (S.A.V.); “evlenecek başka kızı olsaydı onu da vereceğini” söylemiştir.
Hz. Peygamber’e iki defa damat olmakla şereflendiği için, iki nur sahibi manasına gelen “Zinnureyn” lakabıyla anılır.
Hz. Osman, Bedir savaşı hariç, Müşriklerle ve İslam düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmıştır.
Âlim, arif, nazik, cömert, rakîk kalbli, yumuşak huylu, hayâ sâhibi, gönül ehli, mütevazı ve sevilen bir insan olan Hz. Osman, Allah Resul’ünün ifadesiyle; “ashab içinde huyu en çok kendisine benzeyen sahabî” idi.
Hazret-i Osman, Peygamber Efendimizi canından çok sever, O’nun bir işaretini dahi emir telakki eder, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan çekinmezdi. Nitekim Hudeybiye’de, Peygamber Efendimizin elçisi olarak Mekke’ye gitmişti. Müşriklere; niyetlerinin umre yapıp dönmek olduğunu anlattı. Müşrikler ise izin vermediler ve Hazret-i Osman’a, şayet istiyorsa yalnızca kendisinin Kâbe’yi tavaf edebileceğini söylediler. Hz. Osman ise, Allah Resul’üne olan sadâkatini bir kez daha tescilleyen, şu muhteşem cevabı verdi:
“Hazret-i Peygamber Kâbe’yi tavaf etmedikçe ben de edemem! Ben Beytullâh’ı ancak O’nun arkasında ziyaret ederim. Allah Resul’ünün kabul edilmediği bir yerde ben de yokum.”
Hz. Osman’ın en meşhur vasfı engin bir hayâ duygusuna sahip olmasıydı. Resûl-i Ekrem onun hakkında, “Kendisinden meleklerin hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?”;
“Her peygamberin cennette bir refiki vardır. Benim cennetteki refikim de Osman’dır” buyurmuştu
Hatta Resulullah’ın yanına bir cenaze getirildiğinde namazını kılmadı ve; “Bu adam Osman’a düşman idi. Onun için, Allahü teâlâ da buna düşmandır” buyurmuştu.
Geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla geçiren Hz. Osman, nazik ve mahcup bir tabiata sahip olmanın yanı sıra cömertlikte de zirve bir şahsiyetti. Öyle ki; “Zenginliğin saltanatı, şükürdür. Şükür ise bol bol infak etmektir.” buyurur ve bu hususta da bizzat örnek olurdu.
Medine’ye hicretten sonra içme suyu sıkıntısı yaşandığı bir sırada Yahudinin mülkiyetinde olan Rûme Kuyusu’nu 35.000 dirheme satın alıp vakfetmesi, Tebük Seferi hazırlıklarında en büyük yardımı yapması, Hz. Ebû Bekir zamanındaki bir kıtlık sırasında 1000 deve yükü buğday, kuru üzüm ve zeytinyağı ile dönen kervan malının tamamını muhtaç durumdaki Müslümanlara dağıtması, Talha b. Ubeydullah’ta olan 50.000 dirhem alacağını bağışlaması onun cömertlik ve hayır duygusunu açıkça göstermektedir.
Onun için Hz. Peygamber (S.A.V.); “Ey Allah'ım! Ben Osman'dan razıyım. Sen de razı ol” diyerek duada bulunmuş ve “Bugünden sonra yapacakları Osman’a zarar vermez” dediği rivayet edilmiştir
Civardaki yerleri satın alıp Mescid-i Harâm’ı genişleten ve Harem’in sınır taşlarını yenileten Hz. Osman, Mescid-i Nebevî’yi yeniden inşa ettirirken kendi malından 10.000 dirhem harcamıştı. Akrabalarına da kendi malından büyük miktarlarda yardım yaptığı bilinmektedir.
Bu cömertliğinden dolayı Fecr suresinin 27-30’uncu ve Tevbe suresinin 18’inci ayetleri Hz. Osman hakkında nazil olmuştur. Ayrıca Zümer suresinin 19 ve Enbiya suresinin 101-103’üncü ayetlerinin de Hz. Osman hakkında nazil olduğu rivayet edilir.
Hz. Osman ilmî bakımdan da temayüz etmişti, hatta hac menâsiki konusunda en bilgili sahabe olduğu söylenmiştir.
Hazret-i Osman tam bir Kur’ân âşığıydı. “Bana dünyadan üç şey sevdirildi: Açları doyurmak, çıplakları giydirmek ve Kur’ân okumak” diyen Hz. Osman, Kur’an’ı ezberleyen ve Hz. Peygamber’in sağlığında fetva veren birkaç sahabe arasında yer alırdı.
Hadisleri tam olarak rivayet eder, bu hususta çok titiz davranırdı. Resûl-i Ekrem’den 146 hadis rivayet etmiştir.
Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden olan Osman, Ebu Bekir zamanında onun kâtipliğini ve müşavirliğini yaptı. Hz. Ömer’in de danışmanları arasında yer aldı. Hz. Ömer’in şehadetinden sonra yapılan istişareler sonucunda üçüncü halife seçildi.
Hz. Osman zamanında Hz. Ebu Bekir tarafından kâğıt üzerine yazdırılan ve “mushaf “adı verilen Kur‘an-ı Kerim’in ilk nüshasından, altı nüsha daha yazdırılarak çoğaltıldı. Bu muhsaflar; Mekke, Basra, Kûfe, Şam, Yemen ve Bahreyn’e birer tane gönderildi. “İmam mushaf” denilen nüshayı da Medine’de bıraktı. Bu bakımdan ona “Naşirü’l-Kur‘an/Kur‘an‘ın Yayıcısı” denilir.
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Müslümanlar o zamana kadar gerçekleştirilen en geniş ve hızlı fetih harekâtına girişmişlerdir. Bunun sonucunda ülkenin sınırı doğuda Horasan’ı aşmış, batıda ise Kuzey Afrika Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Akdeniz’de stratejik Kıbrıs adası fethedilmiş ve ülke sınırlarını Hulefa-i Raşidin döneminin en geniş noktasına ulaştırmıştır.
11 yıl, 6 ay, 14 gün süren halifelik döneminin ilk altı yılı (644-650), fetihler neticesinde gerçekleşen zenginleşmeyle birlikte toplumda lüks, refahın, huzur ve güvenin arttığı başarılı geçen sükûnet devri; halifenin öldürülmesiyle sonuçlanan İslam tarihinin ilk büyük fitnesinin yaşandığı karışıklık dönemi (651-656) olarak iki safhaya ayrılır.
Zenginliğin artmasıyla birlikte kimilerinin gönlünde dünya ihtirası peyda olmuştu. Ayrıca meydana gelen dâhilî karışıklıkların halife ve onun idarecilerinin şahsî kusurlarından istifade eden Abdullah bin Sebe gibi Yahudi kökenli münafıkların tutuşturduğu fitne ateşi İslâm âlemini sarmıştı. Muhtelif diyarlardan toplanıp gelen asiler, Medine’ye kadar yürüyüp Halifeyi indirmek için Hz. Osman’ın evini kuşattılar.
Hazret-i Osman, isyancıları zor kullanarak bertaraf etmeyi teklif eden sahabilere, kendisi yüzünden kan dökülmesini istemediği için izin vermiyordu. Onlara:
“Benim için kan döküldükten sonra ölmektense, kan dökülmeden önce (mazlum olarak) ölmeyi tercih ederim” diyordu.
Hz. Osman’ın evini saran asiler, onu Kur‘an okurken 18 Zilhicce 35 / 17 Haziran 656 tarihinde seksen altı yaşındayken şehid ettiler. Okuduğu Kur’an sayfalarını kana buladılar.
“Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur” hadisinde buyrulduğu gibi Hz. Osman, Kur’an ile yaşadı, Kur’an’ı infak etti ve Kur’an okurken şehid edilerek rahmet-i Rahman’a kavuştu.
17.06.2019
Süleyman Yapıcı
Günışığı Gazetesi