ESKİ HARPUT'TA RAMAZAN (3)

İftar Vakti ve İftar Sofraları

İkindi sonu vaazından çıkan halk, evlerine dönmeden ekmekçi fırınlarına uğrar... Müthiş bir kalabalık içinde herkes fırınlardan pişkin ve kızarmış küncülü, karaçörekli ve yağlı ekmeklerini, mevsim yaz ise çeşitli meyvelerini ve büyük meydanda satılan ve buzluk mağarasından çıkartılan kudret buzlarından birer miktar satın alarak evlerine giderlerdi.

Bir kısım, keyf ehli kimseler de tanıdıklarının dükkânları önünde ve tüccar hanlarının girişlerinde sıra ile yer iskemlelerinde oturarak içlerinde tiryaki olanları kızdırır, güler eğlenirlerdi. Bu tiryakiler arasında isim yapmış olanlardan başta: Hacı Şirin Hoca, Hüseyniklioğlu Şükrü Bey, Senemoğlu Ahmet Efendi, Cizirik Hacı Mahmut, Basduğunoğlu. Berber Necip Usta, Polis Hafızın kardeşi, Sobacı Ali usta gibi simalar vardı. Ramazanlarda bunlarla alay etmek değil, kendilerine bir şey sorulsa bile kızarlardı, hele caddelerden geçerken arkalarından yüksek perdeden seslenenlere veya önlerine veya arkalarına boş bir teneke atanlara daha fazla kızar, küplere biner, söver sayarlardı.  Hulâsa Harput'un her köşe başında bu gibi bin bir çeşitli muzipliklere her ân tesadüf edilirdi.

Akşam ezanına veya topa beş on dakika kala her kes evinde çoluğu çocuğuyla iftar sofralarında yerlerini almışlardır. Ramazan boyunca iftar vaktinde zengin konakları ile birlikte Müslümanların kapıları açık tutulurdu. Mutlak surette davetli, davetsiz beş on misafir eksik olmazdı. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dâhil olurdu.

Bir infak medeniyetine sahip olan Harputlular, imkânları nispetinde infak ve ikram gayretinde olurlardı. Hayır ehli kimseler, büyük camilerin avlularında iftariyelikler dağıttırırlardı. O dönemde özellikle Ramazan’da bir kimsenin aç kalması ve iftar edememesi mümkün değildi. Üstelik köşklere ve konaklara iftar için giden kimse talebe yahut gariban birisi ise ona “diş kirası” adı altında para da takdim edilirdi. 

Bu konakların selâmlık dairelerinde evvelâ ortaya büyük sofra örtüsü yayılır, üstüne büyük bir yemek iskemlesi ve iskemlenin üzerine de büyük madenî sarı bir divan sinisi, sofranın etrafına da ufak yer minderleri konulur. Sinilerin büyüklük ve küçüklüğüne göre 10-15 kişi bir arada oturur, yemek yiyebilirlerdi. Sininin ortasında ise iftar tepsisi/iftariye mühim yer tutmaktadır. Damak lezzetine hitap edecek tüm iftariyelikler ayrı ayrı yerlerden alınırdı. İçinde ufak tabakalarda çeşit çeşit peynirler ve tulum peynirleri, siyah ve yeşil zeytinler, hurmalar, ballar, sucuklar, farklı kaplarda gelen rengarenk mis kokulu reçeller gelirdi. Bir Ramazan klasiği olan pide¸ iftariyeliklerin olmazsa olmazlarındandı.

Sininin kenar etrafında ise ekseriyetle üzerleri siyah ve beyaz işlemli madenî hindkâri kupalar veya çok eski zamanlara ait renkli, çiçekli kesme bardaklarla şuruplar dizilir. Bunlarla iftar edildikten sonra yemek faslı başlardı. Evvelâ et suyu ile pişirilmiş nefis bir döğme, ya bir erişte veya bir tarhana çorbası… Arkasından bir et yemeği, kaburga, kızartma veya taskebabı... Bir sebze, bir börek, arkasından pirinç veya bir bulgur pilâvı... Sonra kadayıf, Baklava, Sarığıburma gibi yağlı veya sütlâç, muhallebi gibi yağsız tatlılardan birisi... Üzerine de testilerde soğutulmuş su içilirdi.

İftardan sonra tiryakiler, hemen tütün keselerine ve çubuklarına ve tütün tabakalarına sarılırlar, bazıları da dayanamayarak iftarı takiben yemeklerden evvel hazırladıkları bir, bir buçuk metre uzunluğunda, kiraz ağacından yapılmış, sarı veya siyah kehribar ağızlıklı tütün çubuklarını, büyük sarı maden tütün tablaları içerisinde hemen ateşleyerek içmeğe başlarlardı.

Bazı ailelerde ise, iftar edildikten sonra seccadeler serilir, akşam namazları kılınır ve namazdan sonra yemek sofralarının başına geçilirdi.

Ramazanın on beşinden sonra da iftar ziyafetleri başlar, zengin konaklarında her akşam 10-15 kişiye iftar ziyafeti verilirdi. Davet edilenler, bir kaç gün aralıkla ve mutlak surette mukabelede bulunurlar ve böylece karşılıklı iftar ziyafetleri arife gününe kadar devam edip giderdi.

Ramazanlarda yalnız zenginlerin değil, en fakir ailelerin iftar sofralarında bile üç kap yemekten eksik sofra yoktu. Çünkü o fakirin sofrası, hali vakti yerinde olan konu komşu tarafından gönderilen sahan sahan muhtelif yemeklerle dolar taşardı. Evde pişen yemeklerden birer kap komşulara gönderilir, böylece iftar sofraları daha bollaşır ve zenginleşirdi. Ramazan, hakikaten bir Hayrül Bereket-i vel-İhsan ayı idi.

Kilometrelerce uzunluğunda cadde ve meydanlara kurulan iftar sofralarının uzunluğu ile Ramazan gösteriş ve israf ayı değil rahmet ve bereket ayı idi.

 

Teravih Namazları ve Teravih Yollama / Uğurlama

Sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” anlamındaki tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvîh Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan namazı ifade eder. Hadislerde “kıyâmü şehri Ramazân(Ramazan ayının namazı) veya “ihyâü leyâlî Ramazân(Ramazan gecelerinin ihyası) diye anılan bu namaza dört rekâtta bir dinlenme amacıyla biraz oturulduğundan tervîha (teravih) denmiştir. Zaman içinde, her bir tervîhayı oturup dinlenmek yerine zikir ve salavat gibi nâfile ibadetlerle değerlendirme veya ara vermeden namaza devam etme şeklinde uygulamalar ortaya çıkmıştır. Harput’ta da bu namaz aralarında Hz. Peygamber’e salavat getirilmekte veya ilahi okunmaktaydı.

Sarahatun Camii şehrin en büyük camii olduğundan teravih namazlarında da tıklım tıklım dolardı. İki yüzden fazla kandilin faraşlar tarafından yakılması sonunda bütün cami ışık huzmeleriyle nur içerisinde kalırdı. Çocuklar da bu iki yüz kandilin ve bu kalabalığın seyri için heyecan, telâş ve neşeyle camiye koşar, camiin bu ilâhî iç manzarasını yukarıdan seyretmek üzere tahta bentlerde vaktinden evvel yer alırlardı. Cami çocuk sesleri ile cıvıl cıvıl olurdu.

Bu camide teravih namazı hatimsiz kılındığı gibi Kurşunlu, Alaca, Ahmet Bey, Esediye camilerinde de hatimsiz kılınırdı. Ulu Cami, Meydan ve Ağa Camilerinde ise hatimli olarak teravih namazları kılınırdı. Bu hatimli teravih namazları her baba yiğidin kârı değildi. Çünkü yirmi rekâttan ibaret teravih namazlarında her rekâtta, bir sahife Kur'an okumak ve 20 rekât namaz kılmak suretiyle tamamlanırdı ki, bu tam bir saat sürerdi.

Teravih namazlarında hangi selam arasında hangi makamda ilahi okunacağı bilinirdi. Ramazanın ilk günleri “hoş geldin”, “merhaba ya şehri Ramazan” nakaratlı güftelerle Ramazanın gelişinden duyulan sevinç terennüm edilirken, son günleri “elveda” nakaratlı ilahilerle Ramazan’a veda edilirdi.

Dört veya iki rekâtta bir selâmı müteakip müezzin mahfilinde meşhur Perili Hafız Süleyman Salimi Efendi (1854-1920), gür sesi ile “salât-ü selâm” getirir ve bütün bir cemaat yüksek sesle buna katılarak hep bir ağızdan “Sallu âlâ Muhammed” sesleri caminin yüksek kubbesine çarpar, camiyi inim inim inletirdi.

Teravihten sonra cami çıkışında ise hayır ehli kimseler, cemaate mevsimine göre çeşitli ikramlarda bulunurdu. Yazın soğuk şerbetler, kışın sahlep gibi sıcak içecekler ikram edilirdi.

Camilerden başka zengin konaklarında bazı mescitlerde ve sonra camilere uzak kalan mahallelerde ise komşu ve dost odalarında hatimli, hatimsiz teravih namazları da kılınırdı. İftardan sonra konakların selâmlık dairesinin büyük odalarından birisi teravihe gelenlerle dolardı. Her kes sigarasını tellendirmiş... İkram edilen kahveler içilmiştir. Bu sırada minarelerden yatsı ezanı işitilince ortaya halı seccadeler, cemaat çok ise dış salona da kilimler serilirdi. Burada teravih kıldıran imamların arasında başta kurra Hocazade Şeyhül-Kurra Hacı, Hafız Ömer Efendi, vefatından sonra kardeşi Hafız Mustafa Efendi, oğlu Hafız Mehmet Efendi, sonra Hafız Osman Efendi... Hafız Kemal Efendi... Molla köylü Hafız Hüseyin Efendi... Derviş Hafız Efendi gibi birçok hoca ve hafız bulunurdu.

Ramazanın yirmi dokuzuncu günü akşamı teravih yollama usulü vardı ki, bu da kayda değer. Bu son gecelerde yer almak için camiye koşan halk, geçmiş gecelerden daha fazla heyecanlı ve telaşlıdırlar. Camiye girenleri güzel ödağacı kokuları karşılar. Müezzin mahfili, güzel sesli ve belli başlı hafızlarla dolu... Namazdan sonra ve namaz aralıklarında naat-ı şerifler, ilahiler okunurdu. Müezzin Perili Hafız, ramazana karşı içten gelen özlem ve ayrılık acısını gizleyemeyerek gür ve güzel sesiyle ağlayarak okuduğu bu ilahi ve naat-ı şerifler bütün cemaati coşturur ve ağlatırdı... Ramazan ayının sona ermesinden yana bu üzüntülerini, ellerini semaya kaldırarak dakikalarca Yaratıcılarından af ve mağfiret dilemek suretiyle dindirmeğe çalışırlardı.

Ramazan ayının, ülkemize ve İslam âlemine birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu getirmesini diliyor ve bu Ramazanda hiç kimsenin, kimsesiz kalmamasını temenni ediyorum. 

Devam edecek…

06.05.2019

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi