ESKİ HARPUT'TA RAMAZAN (2)
Ramazan ve Bayramın Tespiti -Rü’yet-i Hilal-
Muharrem ayının başlangıcından başlayarak Zilhicce ayının sonuna kadar devam eden, Ramazan ve onu takip eden Bayram - Şevval ayları da içine alan aylara, Hicrî veya Arabî aylar denir.
Bu tarih, Hazret-i Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicreti başlangıç olarak düzenlenmiş ve bütün İslâm âlemi bu tarihi kullanmaya başlamıştı. Bu aylara aynı zamanda Şuhür-u Kameriye de denir.
Hesapları kamerî takvimle yapıldığından bir ay 29, ikinci ay 30 gün olması sebebiyle Ramazanlar her sene on gün ileri gelir ve 32 senede bir tam yerini alarak devreder, bu münasebetle de Ramazan, senenin her mevsimine tesadüf eder. Bahar, yaz aylarına tesadüf ettiği günler en uzun, sonbahar ve kış aylarına tesadüf ettiği zaman da en kısa günlerde oruç tutulur.
Sonra eskiden mutlaka Ramazan hilalini gökte görmekle ertesi gün Ramazan olur, şevval hilalini görmekle de bayram yapılırdı. Hava açık olduğunda Hicri aylarından Ramazanın dışında şevval ayı da dâhil her hangi bir ay için hilalin tespiti Müslüman, akil, baliğ âdil iki kişinin şahitliğiyle sabit olur. Ancak Ramazanın hilâlini görmekte Müslüman, akil, baliğ âdil bir tek şahidin görüp haber vermesi kâfi gelirdi. Çünkü Ramazan orucu dini bir emir olduğundan buna bir an evvel ona kavuşmak için acele edilirdi. İşte Ramazan ayının arifesinde ve bayram ayı olan Şevval ayının arifesinde güneş battıktan sonra batı ufkunda yeni ayın hilal şeklinde görülmesine Rü’yeti Hilal denir.
Rü’yeti hilal, hilallerin izlenerek çıplak gözle görülmesi anlamında bir İslâm fıkıh terimidir. Ebu Hureyre (R.A), Peygamber Efendimiz (S.A.S)’in şöyle buyurduğunu söyler: “Ramazan orucunuzu hilali gördüğünüzde tutun. Hilali gördüğünüzde açın. Şayet hava kapalı olursa (ay'ın tespitine engel olursa) otuza tamamlayınız.” (Buhari, Savm, II; Müslim, Siyam, 19, H. No: 1081)
Şimdi gelelim Harput’ta rü'yet-i hilâl tespitine: Ramazan ve bayramlardan bir gün evvel memleketin kadısı veya müftüsü tarafından güvenilir, âdil ve Müslüman birisi seçilir. Kendisine bir hayvan tahsis edilerek bindirilir ve maiyetine de iki zaptiye (Jandarma) arkadaş ve şahit olunarak Harput'un batısında şehre takribi 15 - 18 km. mesafedeki Nurali köyüne gönderilirdi. Çünkü güneş batar batmaz, ufukta meydana gelen beyazlık arasında Hilâl'in gözükmesine bu köyün tabiî vaziyet ve manzarası çok müsaitti.
Köye giden memur, vakit geldiği zaman köyün bir tepeciği üzerinden batı ufkunu tetkike ve gözetlemeye başlardı. Ay görüldüğü takdirde hemen atlarına binerek doludizgin 3 -3.5 saatlik mesafeyi bir saatte kestirerek Harput'a gelir. Müftü veya Kadı huzurunda rü'yeti isbat ederler. Yarının Ramazan veya Bayram olduğuna hükmedilir. Bir bayram havası içinde toplar atılır, davullar çalınır, minarelerden salâ sesi yükselirdi.
O ana kadar sakin olan şehre şenlik havası hâkim olur, top, davul ve salâ seslerini duyan şehir halkı neş'e içerisinde kaynaşarak sokaklara dökülürlerdi. Yılın 11 ayı gündüz sokağa çıkan, gece evine çekilen halk; Ramazan'da tam tersi bir hayat yaşardı. Kandiller ve mahyalarla aydınlatılan şehir sokakları daha ilk geceden itibaren insanlarla dolardı. Bu ışıklı görünüş ve kalabalık, Harputlulara emniyet, huzur ve neşe verirdi.
Bunlardan başka bütün kasaba halkı büyüklü küçüklü Ramazan ve Bayram aylarının arifesinde ayı görmek için birbirleriyle yarışa çıkarlar ve bazen Nurali köyünden haber gelmeden evvel kasabada yeni ayı görenler olur ve ispat edilirdi.
İmsakten İftara Ramazan
Ramazan ayı; eğlence, karnaval, şenlik ve şölen, israf şovuna dönüşen iftar, gerginlik, seyahat ayı değildir.
Ramazan ayı, aşırı arzu ve ihtirasları engelleyen, sabrı öğreten, nimetin kadrini bildiren, nefsi terbiye eden bir zaman dilimidir.
Ramazan ayı; nefislerin terbiye edildiği, af ve mağfiretin arttığı bir aydır.
Ramazan ayı; tutulan oruçları, kılınan teravihleri, okunan hatim ve mukabeleleri, iftar ve sahurları, dua, tövbe, zikir ve niyazları ile baştan sona bir feyz, rahmet, bereket ve günahlardan arınma ayıdır.
Ramazan; hasta gönüllere şifa, bereketli ellere hayır, kırgın gönüllere huzur, dalalete batmış kalplere hidayet, veren bir aydır.
İşte eski Harput’ta Ramazanda yalnız imsaki müteakip sabah ve iftara tesadüf eden akşam namazları müstesna diğer öğle, ikindi ve yatsı namazları için camiler hıncahınç dolardı. Bilhassa Sarahatun Camii Ramazanlarda başka bir hususiyet taşırdı. Sabahtan gece yarılarına kadar açık cami hiç boş kalmaz dolar taşardı. Hele Cuma günleri, vilâyet merkezi Elâzığ’dan ve civar köylerden gelen birçok insanla cami dolar, önündeki taşlığa ve hatta meydanın ortalarına kadar hasırlar serilmek suretiyle taşardı. Binlerce insan bu camide namaz kılar, mukabele, vaaz dinler ve ibadet ederlerdi.
Sarahatun Camiinin imamları Mazlumzadeler, hatipleri de kurra hocalardı. Bu iki aileye mensup imam ve hatiplerin hepsi de kurra hafızlardı. Seslerinin güzelliği ve kıraatlerinin akıcılığı Harput’ta nam kazanmışlar ve temayüz etmişlerdi. Bunlardan Küçük Mazlumzâde Hacı Hafız Hilmi Efendi’nin (? – 1910) davudî bir sesi vardı ki, camii inletir dururdu, hele iki rekâttan ibaret olan sabah namazlarında her rekâtta bir yarım cüz (on sahife) Kur'an-i Kerim okumak suretiyle cemaati memnun bırakır, hiç kimse bu uzun namazdan şikâyet etmezdi, saatlerce devam etse ve uzasa derlerdi. Cenab-ı Allah’ın huzurunda ayakta ve eller göğüste sükûn ve huşu içinde bu okunuşu dinleyerek öyle bir vecd-ü istiğrakla (manevi duygularla coşkulu) namaz tamamlanırdı ki; bu halet-i ruhiyeyi tarif ve tasvir etmek imkânsızdır.
Öğle ve ikindi namazlarından evvel, camiin muhtelif köşelerinde genç hafızlardan oluşan guruplar birer hizip Kur'an okumakla mukabeleyi tamamlarlardı. Öğle namazından sonra ise vaiz kürsüsünde kurra Hoca Hafız Mustafa Efendi (1841-1915), ikindiden sonra Kâmilzâde Hafız Tevfik Efendi (1845-1909) ve ölümlerinden sonra da yerlerini oğulları kurra Hocazâde Hafız Mehmet ve Kâmilzâde Hafız Osman efendiler alarak devamlı her gün birer cüz Kur'an okurlardı. Bütün bu mukabelelerin hatim duaları arife günü Sarahatun ve diğer camilerde mahşerî bir kalabalık huzurunda yapılırdı.
Öğle mukabelesinden sonra da Müftü Kemaleddin (1866-1936), Saçlızâde Ahmet Muhlis (1869-1954), Müsevvid Ahmet (1853-1918) efendilerin de vaaz ettiklerini görülürdü.
İkindi sonu mukabelesinden sonra da meşhur vaiz Hacı Mehmet Sait Efendi (1858-1925) kürsüye çıkar vaaz ederdi. Hacı Mehmet Sait Efendi, gür sesi, muazzam kıyafeti, düzgün ve akıcı konuşması, şahsına mahsus jestleriyle hemen bütün bir cemaati etrafına toplar ve onları her suretle tatmin edici tesirli konuşma kudret ve kabiliyetinde bir vaizdi.
Sabah namazından ikindi vaazının bitimine kadar bütün bir Ramazan günü, manevi bir atmosfer içerisinde dopdolu geçerdi.
Devam edecek…
29.04.2019
Süleyman Yapıcı
Günışığı Gazetesi