KANDİL GECELERİ (3)

5. Kadir Gecesi

Kadir gecesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sure bulunmaktadır. Bu surede Allah Teâlâ, Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdiğini ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Bakara suresinin 185. ayetinde de Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiği beyan edildiği için Kadir gecesinin Ramazan ayında bulunduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Fakat bunun Ramazanın 27. gecesi olduğuna dair kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Hz. Peygamber’in mü’minlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününde ve özellikle de tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur.

Buna göre Kadir gecesi Ramazanın yirmibir, yirmiüç, yirmibeş, yirmiyedi veya yirmidokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen sabit bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Konuyla ilgili sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûlullah dahi Kadir gecesinin Ramazanın kaçıncı gecesi olduğunu bilmiyordu.

Kadir gecesinin değerlendirilmesi/ihyası ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den şu iki rivayet vardır:

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle dedi:

“Nebi (s.a.v.):

‘Herkim imanla ve ecrini Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa onun geçmiş günahları mağfiret olunur. Herkim de imanla ve ecrini Allah’tan umarak Kadir gecesini ihya ederse onun geçmiş günahları mağfiret olunur’ buyurdu.” [Buhari 1868, Müslim 760/175, Ebu Davud 1372, Nesei 2201, Begavi 1707, Albânî Sahihu’l-Cami 6441]

Hz. Aişe (r.a.)’nın bildirdiğine göre Resûlullah, Ramazan ayında diğer aylardan daha çok ibadet ederdi. Son on günde ise ibadetlerini biraz daha artırır, geceleri ihya eder, ailesini de geceyi ihya etmeleri için uyandırırdı.

Bir gün Hz. Âişe, Resûlullâh’a: “Ey Allah’ın elçisi! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam o gece nasıl dua edeyim? ” diye sormuş, O da:  “Şu duayı oku” buyurmuştur:

اَللّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي

“Allahım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet.”

 

Değerlendirme

Din adına yapılan her şeyi, kendi tabii sınırları içinde ele almak, ne artırarak ne eksilterek, Kur’an ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber (S.A.V.) tarafından nasıl tebliğ edilip öğretilmişse, o kadarıyla almak gereklidir. Sahabe bu dini nasıl anlamış, neler yapmış bizler nasıl anlıyor neler yapıyoruz mukayese etmeliyiz. Aksi halde kendi ellerimizle dine müdahalede bulunmuş, işimize geldiği veya hoşumuza gittiği gibi dinde bazı ilave veya eksiltmelerde bulunmuş oluruz.

Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslam’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışlara “bid’at” denilir.

Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında Resûlullâh şöyle buyurmuştur:

 “İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.” [Müslim, Cuma, 43]

“Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir.”  [Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7]

“Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.” [Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6]

İmam Malik’in konuyla ilgili şu sözünü hatırlamakta da büyük fayda vardır:

“Kim, bu ümmet içerisinde (din adına) geçmişte olmayan bir şey ihdas ederse (ortaya çıkarırsa) bu kişi, Hz. Peygamber’in Allah tarafından kendisine verilen risalet (elçilik) görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala “… Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim…[Mâide, 5/3] buyurmuştur. Bu yüzden, o gün din olmayan (dine dâhil olmayan) şey bugün de din olamaz!”

Sonuç olarak şunlar söylenebilir:

Kur’an’da da sünnette de bugün geniş halk kitleleri tarafından kutlandığı şekliyle kandil gecelerine işaret yoktur. Mübarek kabul edilen bu geceler, Hz. Peygamber ve ashabından çok sonra (en erken 350 yıl sonra!) Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlamış, daha sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerine yayılmıştır.

Bu kutlamalar İslam’ın bir emri veya bir tavsiyesi değildir. Müslüman toplumlar tarafından ortaya çıkarılmış ve bir “gelenek” haline gelmiştir. Osmanlı padişahlarından II. Selim döneminden itibaren ‘kandil’ adını alan bu geceler Müslümanlar tarafından mirâciye, regâibiye, mevlüt gibi çeşitli etkinliklerle ihya edilmiştir. Kandil gecelerini kutlayan her toplum kendi kültüründen bir şeyler eklemiş ve böylece bu geceler gelenekselleşmiştir. Günümüzde de kandil geceleri halk camilere akın etmekte, kandil simidi ve tebrikleşme ve mesajlarla son derece yoğun bir şekilde kutlanmaya devam edilmektedir.

Peygamber (S.A.V)'den ramazanın dışındaki diğer ayları oruçlu geçirdiğine dair herhangi bir şey rivayet edilmemiştir. En çok oruç tuttuğu ay Şaban ayıdır. Bu ayı da tamamen oruçlu olarak geçirmemiştir. İşte asıl sünnet olan budur. Allah Resulü (S.A.V) bazı aylarda tutar bazı aylarda ise tutmazdı. “Bazan oruç tutardı biz derdik herhalde daha orucunu açmayacak bazı zamanlar da tutmazdı biz derdik herhalde daha oruç tutmayacak[Buharı, Müslim ve Ebu Davut]

§  Kandillerin kutlanması Peygamberimiz döneminden sonra ortaya çıkmış olup, büyük ölçüde geleneğe dayanmaktadır.

§  Kadir gecesinin kutsallığı Kur’an’da belirtilmiş olup, diğer gecelerin kutsallığı konusunda Kur’an’da bir bilgi yer almamaktadır. Hadislerde ise, sadece Berat gecesi ile ilgili rivayetler yer almaktadır.

§  Mevlid ve Mirac geceleri Peygamberimiz ile ilgili iki güzel olayın (doğumunun ve mazhar olduğu mucizenin) gerçekleştiği gecenin yâd edilmesidir.

§  Regaib, üç aylara giriş sevincini, Berat ise Ramazan’a manevi hazırlığı sembolize etmektedir.

§  Bu gecelere ait özel bir namaz ve özel bir ibadet bulunmamaktadır.

 

25.03.2019

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi