PRATİK ŞİRKE KARŞI OLMAK (2)
Tesettürlü kadınlarımız bile gösteriş için tüketime öylesine ısınmışlar ki onlara bunun yolunu çeşitli kılıflar altında gösteren maalesef bazı İslami "kadın mecmualar" bile bile çıkmaktadır artık.
O kara çarşaflan altında şirke ve tağuti güçlere kıyam eden militan kadınlarımızın yerini el işi, dikiş ve mefruşatla günü tüketen kadınlarımıza bırakmıştır. Kadınları birbirleriyle her şeyde yarışır duruma getirmiştir. Birleriyle "benim yirmi eşarbım var, iki yazlık pardösü ve iki kışlık manto almadan dışarı çıkmam, 5–10 çift bileziğime yakında iki buçuk metrelik yirmi dört ayar zincir veya uzay yolu ekleyeceğim" diye caka satan bir toplum haline geldik. Böyle bir toplum veya cemaatte islam'dan söz edilebilir mi? Allah böyle bir cemaate İslam'ı nasip eder mi?
Gereksiz tüketim eyleminde karısına bile hükmetmekten aciz Müslüman erkekler nasıl islami hayata hâkim kılacaklar?
İşte bu noktada biz Müslümanlar bir çelişki içindeyiz. Biz, şirke ve şirk kökenli her düşünceye teorik düzeyde karşı tavır alabiliyoruz, ama şirkin pratiğinin, toplumsal hayatta kurumlaştırdığı nesnel olguların tam bilincine varamıyoruz. Şunu bir ilke olarak bilmeliyiz ki, bir topluma eğer şirk düşüncesi tamamen hâkimse ve bu düşünce kaçınılmaz olarak pratikte hayatımıza eylemlerimize ve kurumlarımıza yansıyacaktır.
Peygamberin başlangıç noktası ile düzen - devlet olarak teorik şirke olduğu kadar pratik şirke, somut ve kurumlaşmış şirke karşı da radikal ve uzlaşmaz tavır almalar vardır. Teorik şirke kasrı olmak yetmiyor sadece. Ancak bunu pratik şirkin dışına çıkmak ve karşısında yer almak ve desteklemek gerekiyor. Çünkü pratik şirkin nesnel - maddi boyutları egemen kapitalist sistemden başkası değildir.
İşte bizim gideremediğimiz çelişkimiz budur. Bu konuda da bizi İslami olmayan yasalar, anayasalar, mahkemeler, yargıçlar vs. zorlamıyor, fakat kapitalist ekonomi, dev reklâm şirketleri, moda merkezleri zorluyor. Ve biz onların arz ettikleri her şeyi tereddütsüz talep etmekle bu düzeni ayakta tutuyoruz, her gün ona en taze kanları cömertçe veriyoruz. Oysaki kapitalist pazarları tıkamak elimizdedir. Çünkü biz bir avuç sosyete züppesi değiliz. Biz halkız, ama Müslüman olduğu halde İslam'ın şuurunda olmayan, küfrün dümen suyunda kürek çeken bir halkız. Gençliğimiz, partililerimiz, tasavvufçularımız, aydınlarımız, yani biz hepimiz de bu dümen suyunun kürek mahkûmlarıyız.
Öncelikle şunu kabul etmeliyiz. İslam devleti ve İslami toplum düzeni olmadan da İslam’ı yaşayabilirler, Müslümanca hayat sürdürebilirler. Mekke'de Müslümanlar İslam devletine kavuşmadıkları halde ilamı nasıl yaşayabildilerse ve hayatları tümüyle müşriklerin hayatından ayrı idiyse, biz de bu kapitalist düzen içinde hayatımız İslami olabilir, düzenimiz olmadığı halde Müslümanca yaşayabiliriz. Ancak şunu çok iyi bilmemiz gerekir. Küfrü ve şirki "necis" kabul ederken küfrün ve şirkin yaşama biçimini de "necis" kabul etmelidir. Müslümanca inanmak, fakat kapitalistçe yaşamak çıkar yol değildir; bunu öğrenmeliyiz.
Artık günümüzde neyin İslami olup neyin İslami olmadığını artık bilebiliyoruz. Müşriklere ve sömürgecilere karşı eskisi gibi koltuk değneği değiliz artık. Hayatımızı da, pratiğimizi de, yaşama şeklimizi de artık İslamlaştırmak zorundayız, amellerimiz Müslüm anlaşmadıkça İslam’a giden yollar bizim için daima kapalı kalacaktır.
Eğer biz bugünün şartları içinde Müslümanca yaşamasını öğrenebilirsek, gelecek bizim için aydınlıktır. Allah bize vaat ettiklerini gerçekleştirecektir.
06.09 / 01.10.1993
Süleyman Yapıcı
Sözün Özü
Devran Gazetesi