KUTLU DOĞUM

20 Nisan 571 tarihine rastlayan Rebiu'l-evvel ayının 12'nci günü Pazartesi gecesiydi.

Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi.

Bahardı...

Dışarıda, kumların üstünde, kahrı da, zehri de zevk adına yutan insanlardı.

Çıldırmış azgınlıkların pençesinde beşer bir canavardı.

Ve zamanın paslı aynasında eskiyen yürekler kayalar kadardı...

Bahardı…

Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in duaları ve İsa (A.S.)’ın müjdesi, Amine’nin rüyası gerçekleşmiş oluyordu bu gecenin sabahında.

Bahardı...

İçerde, Âmine’nin kucağında, nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı.

Kaç bin senedir beklenen yâr, meğer o yârdı.

Gece seherlere uzardı ve dudaklarında Âmine’nin “Gülüm!” diyen bir gülümseme eksilmiyordu.

Bahardı…

Dedesi Abdülmüttalip, torununa Muhammet adını vermişti.

"Umarım ki, onu gökte Hak, yerde halk övecektir" demişti.

Sevgili o gece bir “Gül” oldu.

Gel ey vahdetin Gül’ü, hasretin Gül’ü.

Kokunla gel ve renginle gel!..

İlhamın ve âhenginle gel!..

Aşkınla olmazsa sevginle gel!..

Gel de, gizemli alfabelerle yazılmış mektuplarını bebekler okusun.

 Gel, kınalı parmaklar tezgâhlarda cümle cümle şiirlerini dokusun...

Sana olan hasretimi naatlar ve şiirler dile getirsin…

 

“Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su.

 

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su.”

Fuzuli

 

 

Sakın terki- edepten kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu

Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bu.

Nâbî

 

Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda

Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda

Gülbank-i kudümün çekilir arş-ı Hudâ’da

Esmâ-i şerifin anılır arz ü semâda

 

Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim

Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim

Şeyh Galib “Yaman Dede

 

Enbiyâ müştâk-i vech-i tâbdârındır senin

Evliyâ uşşâk-i bî-sabr u karârındır senin

 

On sekiz bin âlemi icâddan maksûd-ı Hak

Nâsa ancak arz-ı şân u itibârındır senin

Şeref Hanım

Yâ Nebî, şu hâlime bak!

Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!

Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;

Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.

 

Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada;

Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada:

Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;

Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!

Mehmet Akif ERSOY

 

Belâ-yı mâsivâya mübtelâyım yâ Resûlallâh

Zebûn-ı pençe-i nefs ü hevâyım yâ Resûlallâh

 

Kerem kıl ben esîme el-aman ey rahmet-i âlem

Ser-â-pâ mahz-ı isyân u hatâyım yâ Resûlallâh

Ziya Pasa

Mahşerde nebîler bile senden medet ister,

Rahmet, diyen âlemlere, Rahman’dır Efendim.

 

 Tâ Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,

Medheyleyen ahlâkını Kur’an’dır Efendim.

 

Ali Ulvi KURUCU

 

Şimdi seni ananlar,

Anıyor ağlar gibi...

Ey yetimler yetimi,

Ey garipler garibi;

Düşkünlerin kanadıydın

Yoksulların sahibi..

Nerde kaldın ey resul,

Nerde kaldın ey nebi!..
                                                       
Arif Nihat ASYA

 

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahira'dan süzülen bir yas da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Nurullah GENÇ

 

Arş’ın kubbelerine adı nurla yazılan

İsmi semâda “Ahmed”, yerde “Muhammed” olan

Yedi katlı göklerde Hak cemâlini bulan

Evvel-ahir yolcusu yâ Hazreti Muhammed

 

Sağnak nur yağmurları inerken yedi kattan

O gece sendin gelen, ezel kadar uzaktan

Melekler her zerreye müjde verirken Hak’tan

O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed

Cengiz NUMANOĞLU

 

Sevgili!

Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..

Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.

Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.

Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,

"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.

Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;

Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.

Artık düşmanlarımız dostlar arasında; dostumuz düşman içinde.

Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.

Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...

Sana muhtacız!..

Sana en fazla muhtacız.

En fazla sana muhtacız.

Uyandır bizi uykumuzdan...

Gel ey sevgili!

Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.

Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...

Sana muhtacız...

Sana en fazla muhtacız...

İskender PALA

 

Eşsiz eserisin Dest-i Kudretin

Ne mümkün idraki SEN’in fıtratın

Başlangıcı SEN’sin bütün hilkatin

Sebebi ve hem de neticesisin.

NUR u Cemâlinden halketti SEN’i

Meddahın oluben medhetti SEN’i

HÜDA-yi MÜTEAL vasfetti SEN’i

SEN yüce ahlâkın mizanesisin.

Mehmet Şefik GÜVENLİ

 

Bu ümmet-i Muhammed halkolmazdan mukaddem

Va’deyledin şefâat, şefâatin müheyyâ

 

Esrâr-ı kâbe kavseyn kıldı seni mübeşşer

Kerim ismine mazhar menzil-gehin ev ednâ

Muhammed Lütfi (Alvarlı Efe)

 

Ve bir gelişin vardı Ya Resülallah

Bir inişin vardı yeryüzüne

Ve cebrail ardında yalın kılıç melekler

Bir inişin vardı yeryüzüne

Yetimler en huzurlu geceyi geçirdiler belki de...doya doya.

Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini

Herşey sus pus olmuştu.

Hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu Ay,

Kainat bir isim duymak istiyordu

Ve bir ses yükseldi Amine’nin evinden

Muhammed...

Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini

Muhammed...

Seni yaratan Allah'a kurbanız Ey Dürr-i Yekta...

Sana O adı veren Rahman’a kurbanız.

Dursun Ali ERZİNCANLI

 

Sensin elbet dindiren her efgânı, her âhı

Sensin Ceza Günü’nde cânın istinatgâhı

 

Nûrunla aydınlanır bildim ki arş u zemin

En kanlı düşmanların dilinde ismin “Emîn”

“Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-âlemîn”

 

Ayetinde buyrulan sevginin mazhârı Sen

Sensin gönül yurdunun solmayan gülzârı Sen!.

Ahmet EFE

Akif ERYAMAN (Süleyman Yapıcı)

2005

KARDELEN

Yeni Ufuk Gazetesi