ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Yüzyılımızın başında, Almanya’nın denizlerde ve denizaşırı sömürgelerde, Büyük Britanya İmparatorluğu (İngiltere) ile başlattığı siyasi ve iktisadi rekabetleri, Avrupa’yı başta olmak üzere diğer bütün dünya devletlerini kan ve ateş içinde amansız bir mücadeleye sürüklemiştir.

Ülkemizde daha çok Harb-i Umumi olarak adlandırılan ve yüzyılın başına kadar dünya tarihinin eşini benzerini görmediği, Birinci Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölümüne, birçok devletin tanınmayacak derecede harabe haline gelmesine sebep olmuştur.

Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girecek hali yoktu. İttihat ve Terakki’nin iktidara gelişinden 1914 yılına kadar beş sene içinde Osmanlı İmparatorluğu geniş ölçüde toprak kaybına uğramıştı. Bulgaristan bağımsızlığını kazanmış, Selanik, Girit ve diğer adalar Yunanistan’a gitmiş, İtalyanlar Trablusgarb ve 12 adaya sahip çıkmış, İngiltere ise Mısır’ı resmen himayesine almasından başka Kıbrıs’ı da ilhak etmişti.

İktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisi1914 senesi Ağustos ayında Amasya’da ilk top seslerinin duyulmaya başlamasıyla Türkiye’yi resmen Almanların safında savaşa soktular.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından itibarin üç aylık zaman içinde müttefik ordularının zayiatı bir milyonun üzerine çıkıvermişti. Bütün gayretlere rağmen müttefik orduları herhangi bir ilerleme kaydetmeye muvaffak olamıyorlardı.

Kafkaslardaki Müslüman Türklerin hücum ve baskıları neticesinde zor durumda kalan Rusya’yı bundan kurtarmak için silah ve cephane yardımında bulunulması gerekiyordu. Kuzey denize bakan limanlar kışın donduğuna göre bu yardım ancak boğazlardan yapılabilirdi.

İngiliz filosu boğazdan içeri girdiği takdirde Yunanistan ve Bulgaristan göz diktikleri Osmanlı topraklarını ellerine geçirmek için Osmanlılara harp ilan edecekler, bunlara Romanya da katılırsa yeni bir Balkan ittifakı doğacaktı. Bu arada boğazların açılmasıyla Ruslara yardım ulaştırılacaktı.

İşte bu niyetle 3 Kasım 1914 günü güneşin doğmasıyla beraber İmroz ve Limni istikametinden İngiliz ve Fransızlara ait gemilerin boğaza girip saat 6.55 de 12 km.den ilk ateşi açmasıyla destanlaşan Çanakkale savaşı başlamıştı.

3 Kasım 1914 de başlayan Çanakkale Savaşı’nın gece gündüz devam eden çarpışmaları nihayet 18 Mart 1915’te kurtuluş gününün gelişine kadar devam etmiştir.

18 Mart tarihi bir dönüm noktasıdır. Dost ve düşman milletlerin bize ait haksız ve eski kanaatlerinde önemli bir değişiklik yapan, Osmanlı ordusunun ecdadının varisi olduğunu ispat etmek fırsatını veren 18 Mart, tarihte gerçekten bir dönüm noktasıdır. Ölmüş, hayat hakkı sönmüş, kanı uyuşmuş zannettikleri Osmanlı’nın Haçlı zihniyetine vurmuş olduğu en büyük bir darbedir.

18 Mart saat 11.15 de İngilizlerin ilk mermisini Halileli sırtlarına atması ve İntepe gurubunun karşılık vermesiyle beraber Müslüman Türk’ün hem denizde hem de karada şahlanışı ve zaferi ile bitecek olan savaşın ilk bölümü başlamış oluyordu.

İngiliz ve Fransız zırhlılarının ve savaş gemilerinin yaylım ateşleri bütün savaş hattı üzerinde dehşet verici bir şekilde devam ediyordu. Herhangi bir yaylım ateşinde silahlardan sırayla beyaz duman bulutlarının ve alevlerinin görülmesiyle beraber boğazın güneyden kuzeye doğru oluk gibi uzanan mavi ve lekesiz semasında bir fırtınayı, gök gürültüsünü ve şimşeği unutturan gürültüler aksediyordu. Boğazın zümrüt gibi yamaçlarında yer yer yangınlar, alevler çıkararak semaya doğru 20-30 metre yüksekliğinde toprak sütunları yükseliyordu.

Bataryalarımızın karşılık vermesi ile uzaktan büyük bir küme halinde görülen tabyalarımızın toprak yığınları üzerinde düşmana doğru uzanan topların bir anda ağızlarından fırlayan bu zafer nuru, ufukta bir nokta gibi sallanıp duran düşman gemilerine Çanakkale’nin geçilmez olduğunu ispatlıyordu.

Denizde ve karada, su ve toprak sütunları birer şan ve şeref abidesi gibi yükseliyordu. Düşmanın açmış olduğu top sesleri korkunç bir uğultu, derinlerden akseden boğuk gürültüler gibi Anadolu dağlarının sakin ve yeşil zirvelerini aşarak Anavatana doğru yayılıyordu.

Bütün bu zorluk ve dehşete rağmen bataryalarımızda semavi bir fedakârlık, yılmak bilmeyen bir cehd ve gayret görülüyordu. Bu korkunç gürültüler arasında siperlerden ezan, dua, tekbir ve Kur’an sesleriyle dini ve dünyevi her vazifeyi yerine getiren Çanakkale kahramanları, bir taraftan Gelibolu Fatihi Şehzade Süleyman Paşa’nın ruhunu şad eden toplarının susmayan gürültülerini düşmanın ateş saçan seyyar kaleleri üzerine fırlatıyordu. Diğer taraftan da Hak ve hakikatin en büyük koruyucusu Cenab-ı Allah’tan zafer ve galibiyet niyaz ediyorlardı.

Boğazın mavi denizinin siyah bir bulutla örtülürken bu müthiş muharebenin ölüm saçan kavgacı topları susuyor, yedi saatten beri ufukların esrarlı boşluklarını dolduran korkunç uğultuların yorgun akisleri bir inleyiş halinde koyu lacivert derinliklerine doğru dağılarak kayboluyordu.

Artık gece olmuş, düşman boğazı geçemeyip kaçarak adalara sığınmak zorunda kalmıştı. Boğazın geçilmesi artık sadece bir hayalden ibaret olarak kaldı.

Çanakkale zaferi İstanbul’un nazlı semalarından doğan hilali 250 bin Çanakkale şehidinin aziz naaşları üzerine nur saçan bir kandil gibi yakmış, cesur ve kahraman müdaafilere boğazın pırlanta taneleri gibi parlayan yıldızlarla dolu semalardan sancaklarının nurani aksini göstermişti.

“Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”

15.03.2005

Süleyman Yapıcı

Devran

Yeni Ufuk Gazetesi