“SAĞ ELİN VERDİĞİNİ SOL ELİN BİLMEDİĞİ” SÖZÜNÜN TAŞTA CANLANIŞI

Bu hafta da farlı bir açıdan sadakayı değerlendirelim.

Sadaka vermenin en önemli adabı;

Samimiyet,

İhlas,

Gösterişten, riyadan uzak,

Ve gizliliktir.

Sadakayı “…gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır…[Bakara: 271]

Öyle bir gizlilik ki;

“…Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli…[Buhari, Müslim, Tirmizî]

Sadaka vermede en büyük tehlike;

Sadaka verenin nefsine bir pay çıkarması, başa kakması ve gösteriş yapmasıdır.

Onun için sadaka;

Gönül kırmadan, incitmeden [Bakara: 263],

Gösteriş yapmadan, başa kakmadan [Bakara: 264],

Fotoğraf ve videolarla yazılı ve görsel medyada,

Sosyal platformlarda paylaşmadan,

Gizlice verilmelidir.

Böyle verilen bir sadaka;

Günahları örter [Bakara: 271],

Günahlara kefarettir, arınmaktır, temizlenmektir. [Tevbe:103]

İnsanı kibir iptilâsından da koruyarak ecrin/mükâfatın yok olmasını önler.

Sadakanın açıktan verilmesi;

Alan kişinin hayâ duygusunu zayıflatır, sadaka beklentisi alışkanlık haline dönüşür, çalışma gayret ve azmini kaybettirir.

Sadaka veren kişiyi ise gurur ve kibre sürükler.

Sadakayı Hazret-i Ömer (r.a.) gibi geceleri kendi sırtında taşıyarak başkalarına görünmeden, kim olduğunu gizleyerek, gizlice vermektir. 

“Veren el, alan elden üstündür!” düsturuyla hareket eden gönlü, imanı ve kesesi zengin asil ruhlu, cömert ecdadımız;

Darda kalmış kimselerin sıkıntılarını gidermekten ve borçlarını ödemekten büyük zevk alırlardı.

Bunu yaparken de borçlu kimseyi mağdur ve rencide etmekten özenle kaçınırlardı.

Karşılıksız, riyasız, verdiğini unutarak, ihlâsla, Allah rızasını gözeterek verirlerdi.

Ecdadımızın sadaka, infak, hayır ve yardımlaşma kültüründe en dikkat çekici yansımalardan biri “Zimem Defterleri”, diğeri ise “Sadaka Taşları”dır.

Osmanlı’da imkân sahibi hayırseverler, özellikle Ramazan’da mahallesindeki veya herhangi bir mahalledeki bakkala rastgele girer, Zimem/Veresiye Defteri’nden birini/birkaçını isterdi.

Defterdeki borç listesini inceledikten sonra defterin bir kısmını veya tamamını öderdi.

Böylece borcu kimin ödediğini ne bakkal bilir, ne de fakir ve muhtaç olan borçlu.

Osmanlı’da sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın, infak kültürünün en güzel ve zarif abidelerinden bir diğeri ise; “Sadaka Taşları”dır.

Sadaka taşları; insan onurunun incinmeden yardım almasını sağlayan eski yardımlaşma sistemlerinden biridir.

İşte Osmanlı, ayet ve hadislerdeki gizlilik düstur ve prensibini esas alarak sadaka/yardım emrini pratiğe döküp “Sadaka Taşı” olarak cisimleştirmiştir.

Sadaka taşları; ecdadın asalet, zarafet ve merhametinin taşa bürünmüş, kalıba dökülmüş en güzel numunelerindendir.

Sadaka taşları; Osmanlı toplumunda yaygın olan sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerindendir.

Sadaka taşları; sevgi, insanlık ve hayır esasına dayanan medeniyetimizin simge yapılarındandır.

Sadaka taşları; yoksulun izzet ve haysiyetini kırmadan, utandırıp rencide etmeden ona yardım etmek ve ihtiyacını karşılamak için bulduğu en ince ve duyarlı çözüm yollarından biridir.

Sadaka taşları; medeniyetimizdeki infak kültürünün zirve uygulamalarındandır.

Yaklaşık iki metre boyunda, silindir veya dikdörtgenler prizması şeklinde üst kısmında küçük bir oyuk bulunan sadaka taşları; genellikle cami, tekke, medrese avluları, çeşme başları, üç beş semtin birleştiği köşelere, fakir, muhtaç, hasta insanların barındığı yapıların önlerine dikilmişlerdir.

Bu bağışlar, genellikle gece karanlığında kimsenin olmadığı bir zamanda veya yatsı ve sabah namazına gidip gelirken karanlıkta bu taşın tepesindeki çukura madeni paralar bırakırlardı.

İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinen kimseler gecenin geç saatlerinde taşın yanına biriken bu paradan almaya gelir ve kendisi için gerekli olan miktarı buradan temin ederdi.

Fakir ve muhtaç kimseler de parayı bırakanlar kadar haysiyetli ve onurlu kişilerdi. Sadaka taşlarında biriken bağışlardan sadece ihtiyacı kadar alır diğer ihtiyaç sahiplerini de düşünerek bir şeyler bırakmaya özen gösterirlerdi.

Böylece veren el ile alan el birbirini görmezdi.

Sadaka taşları; “bir elin verdiğini diğer elin bilmediği” sözünün maddede/taşta canlanışıdır.

Sadaka taşları; sadakanın riyaya düşmeden ve verilen kişiyi incitmeden verilmesi gerektiğinin şehir kültüründeki yansımasıdır.

17. yüzyıl İstanbul’unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir sadaka taşını gözlemlemiş ve tam bir hafta boyunca paranın yerinde kaldığını yazmıştı.

Harput’ta bunun en güzel örneği ise, Sara Hatun Camii’nde bulunan “Zekât Penceresi”dir.

Rahmetli İshak Sunguroğlu “Harput Yollarında” adlı eserinde Zekât Penceresini şöyle anlatır:

Harput halkını Müslümanlık şartlarına, iyiliği ve doğruluğu fenalıklardan temyize medar olan din terbiye ve dürüstlüğüne ne kadar bağlı bulunduklarını ispat eden şu dini ve içtimai hâdise, bilhassa Sara Hatun Camii’nin hususiyetlerinden birisini teşkil eder.

İslam’ın şartlarından en mühimi ve keseye dokunanı zekât meselesidir. Malûmdur ki, Müslüman olan zenginlere her sene mallarının kırkta birini hesaplayarak yardım kastiyle hakikî muhtaç ve müstahak olan fakirlere vermeleri farz kılınmıştır. Bu sebeple bu dinî şarta malî ibadet denilir.

İşte Harput halkından birçokları bu dinî müeyyide ile her yıl zekâtlarını hesap ederek bir kese içerisine koyar, bu camiye gelirlermiş... Camiin içinde ve her iki kapısı arasındaki ara maksurede bulunan pencerenin içerisine bırakır çıkarlarmış… Az zaman içerisinde pencerenin içi bu zekât keseleriyle dolarmış... Bu pencereye de zekât penceresi denilirmiş... Hakikî ihtiyaçları olanlar, bu pencerenin önüne gelir, bir kese alır giderlermiş... Burada dikkat ve hayret edilecek şey, bu keseler dolusu paralar pencerede günlerce kalır, kimse elini sürmez, tenezzül edip de o tarafa bile bakmazmış... Sonra bu keseleri ancak zekâta muhtaç olanlar alırlarmış... Bunlar bir keseden fazla almadıkları gibi keseleri muayene edip hangisinde daha fazla para varsa, onu almak gibi bir bedbahtlıkta da bulunmazlarmış… İlk eline gelen keseyi alır, gizlice koynuna koyarak camiden çıkıp gidermiş... Ahlâkın metanetinin ve olgunluğunun kayda değer bir numunesi. [c.1, s. 300-302]

İşte, bir zamanlar üzerinde her daim paranın bulunduğu sahipsiz bir taştan, kapkaççılığın profesyonel bir iş olarak algılandığı zamanlara geldik.

NOT: Birçok kültürel faaliyetlerde ve TV programlarında birlikte olduğumuz Harput beyefendisi, Elazığ sevdalısı, akademisyen, şair ve yazar Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan Hocamız Hakk’a yürüdü.

Elazığ bir değerini daha kaybetti. Allah rahmet etsin mekânı Cennet olsun. Yakınlarına sabr-ı cemil diliyorum.

18.01.2021

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi