GEZİ NOTLARI 3

Mezopotamya’nın Kalbi; Diyarbakır

Geçen hafta Elyasa ve Zülküf Peygamberlerin taşınma olayından ve Diyarbakır gezimizin başlangıcından bahsetmiştik.

Diyarbakır gezimize sur içi gezimizle devam ediyoruz. Sur içinde görülmesi gereken yerlerden biri de Ortadoğu’daki en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Ermeni Ortodoks Kilisesi’dir.

16. yüzyılda yapılan ve 1722 yılında restore edilen bu kilise görülmeye değer. Tüm gün ziyaretçilere ücretsiz olarak açık.

Harput Kalesi’nin doğusunda ve kale duvarının adeta içine gömülü bir halde bulunan, miladi 179 yılında inşa edilen Anadolu’nun en eski kiliselerinden biri olan, Meryem Ana Kilisesi (Kızıl Kilise, Süryani veya Yakubî Kilisesi)’ni görmek veya gezmek ne mümkün.

Diğer kilise ve camilerden sonra bizi dört ayağıyla zamana, saldırı ve kurşunlara direnen dört ayaklı minare karşılıyor.

1500 yılında Akkoyunlu beylerinden Kasım Bey tarafından inşa edilen caminin en önemli anıtsal eseri dört ayaklı minaresidir. Yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiş olan bu minare, Anadolu’nun tek dört ayaklı minare örneğidir. Dört ayak, dört İslam mezhebini simgeler. Biz geçmedik ama bir inanışa göre yedi defa sütunların altından geçenin dileği kabul olurmuş.

Minarenin bulunduğu dar sokaktan Diyarbakır’ın eski ana caddesine çıkıyorsunuz. Sağ ve sol tarafları ise eski tarihi dükkânlarla çevrelenmiş.

Hemen karşınızda bütün ihtişamıyla Ulu Cami duruyor. Caminin çevresi ve bahçesi cıvıl cıvıl. Ziyaretçiler ve vakit namazına gelenlerle caminin avlusu, içi dolup taşıyor.

M.S. 639 yılında Diyarbakır’a hâkim olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük mabedinin camiye çevrilmesiyle oluşturulan Diyarbakır Ulu Cami, İslam âleminde (Kâbe, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Şam Emeviye Camisi’nden sonra) beşinci Harem-i Şerif yani Kutsal Mabed olarak kabul edilmiştir. Caminin Hanefi Kısmı’nda Melikşah’ın kitabesi yer alır. Şafiîler Kısmı, Zırkî Beyi Ahmed tarafından yaptırılmıştır.

Cami, planı itibariyle Şam Emeviye Camisi’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanan ve bir külliyeyi andıran Ulu Cami, ortadaki dikdörtgen biçimindeki büyük avlunun etrafında yer alan çeşitli bölümlerden oluşuyor. Avlunun güneyinde Hanefiler bölümü, kuzeyinde Şafiiler bölümü ve Mesûdiye Medresesi, batısında Zinciriye Medresesi (Sincariyye Medresesi) ile doğusunda revaklı bölümler bulunmaktadır. Bu iki medreseyi gezmeyi unutmayınız.

Sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El Cezeri’nin yaptığı güneş saati Ulu Cami’nin avlusunda bulunmaktadır.

Ulu Cami ve büyük çarşıda bugün tuvalet olarak kullanılan bölümün, Mesûdiye ve Sincariyye Medreselerinin üçüncü kısmı olan öğrenci hücreleri olduğunu öğrendiğimde ise çok üzülmüştüm.

Büyük Çarşı, geçmişten günümüze her türlü eşyanın satıldığı bir çarşıdır. Geçmişte hatırladığım en önemli özelliği tütün satışının yasak olduğu dönemlerde ince ince kıyılmış kehribar gibi tütünlerin serbest olarak satıldığı, ancak çarşı dışına çıkılınca satın alınan tütünlere kolluk görevlileri tarafından el konulduğu dönemler hatırıma geldi.

Yine 70 ve 80’li yıllarda ticaretin kalbinin attığı ve kaçak malzemelerin satıldığı, günümüzde ise artık bir özelliği kalmamış olan Japon Pasajını da unutmamak gerek.

Diyarbakır’a gitmişken mutlaka Hasan Paşa Hanı’nı görmenizi tavsiye ederim.

Diyarbakır’da Ulu Camii'nin doğu girişinin karşısında, yer alan tarihî han, Diyarbakır valilerinden Vezirzâde Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında inşa etti­rilmiş. Avlulu, iki katlı olarak inşa edilmiş olan bu hanın ortasında sütunlu ve üstü kubbeli bir şadırvan bulunmaktadır. Şu an turistik bir gezi mekânı olan Hasan Paşa Hanı restore edilip, çeşitli turistik işletme ve kafelere ev sahipliği yapmaktadır. Hanın bir kısmı ise kitap evi olarak kullanılmaktadır.

Harput’ta bulunan tüm hanları kendi ellerimizle yıkıp yok ettiğimiz yetmezmiş gibi Elazığ’ın 1928 tarihli tek hanı olan Cumhuriyet Hanı’na bile sahip çıkamadık. Taştan kemerli kapısı, kitabesi ve orijinal ahşap kapısı ile batı kapısı yıkılıp beton kolondan bir kapı yapılırken Elazığ’dan çıt bile çıkmadı.

Sülüklü Han’da kahve içmek mi? Pek ilgimi çekmedi.

Mardin Kapı’ya doğru yürüyoruz. Sol tarafta 1527-1958 yılları arasında Diyarbakır’ın ikinci Osmanlı Beylerbeyi Deli Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmış olan şimdi otel olarak işletilen Deliller yani Hüsrev Paşa Hanı’nı otel işletmecilerinden müsaade alarak geziyoruz.

Hicaz ve İpek Yolu’na giden tüccarlar veya hac vazifesini yerine getirmek için yola koyulanlar burada kendilerine rehberlik edecek Delillerle buluştuklarından bu isimle anılmış. Hem o dönem hem de şimdi çok güzel bir otel olarak kullanılıyor.

Biraz ilerleyip sol taraftan mahalle içine dalıyoruz. Eski ve dar sokaklardan ilerleyerek sora sora Cemil Paşa Konağı’na ulaşıyoruz.

Yemen valisi ve sonrasında Siirt mutasarrıfı olan Cemil Paşa tarafından 1888-1902 yılları arasında inşa edilmiş. İki bin metrekare üzerine kurulu konak, harem ve selamlıktan oluşmakta ve geniş bir avlusu bulunmakta olan konak, Kent müzesi olarak kentin tarihine ışık tutuyor.

Kesintisiz devam eden Diyarbakır surları, maalesef Mardin Kapı yanında Mardin karayolunun yapılması sürecinde yıkılmış ve büyük bir açıklık meydana getirilmiştir.  

Mardin Kapı’ya geldiğinizde sol tarafta bulunan ve iki katlı olan Keçi Burcu’ndan geçen haftaki yazımızda bahsetmiştik.

Sağ tarafa dönüp surları takip ettiğiniz zaman diğer burçlar karşınıza çıkıyor. Ulu Beden ve Yedi Kardeşler burçları kitabeleri, çift başlı kartal ve aslan kabartmaları ile muhteşem…

Eski Mardin yoluna girdiğiniz zaman biraz ileride sağ tarafta asıl adı Samanoğlu Köşkü olan Gazi Köşkü’nü görürsünüz. 70 ve 80’li yıllarda bu köşkün bahçesi, meyve ve özellikle dut ağaçları ile Diyarbakırlıların yaz mevsiminde gelip dinlendikleri ve piknik yaptıkları bir mesire alanı gibiydi. K-Şimdi ise köşkün dışarıdan görüntüsü dışında hiçbir özelliği kalmamıştı.

Vaktiniz ve zamanınız varsa Diyarbakır’da ki Behram Paşa Camii, Urfa Kapı, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi, Ziya Gökalp Müze Evi, Ahmed Arif Edebiyat Müzesi, Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi gibi tarihi mekânları da gezebilirsiniz.

Bazı okuyucularımız bu yazı dizisini okurken haklı olarak bu illerde ne yiyip içtiklerimizi soruyorlar. Geziden dönenlere “yediğin sana, gördüğün bana” denilerek gördüklerini anlatmalarını isteyen bir söz vardır. Onun için biz de gezi esnasında yiyip içtiklerimizi değil, gördüklerimizi anlatmaya çalışıyoruz.

Diyarbakır ile başlayan bu gezimizde uğradığımız vilayetlerimizin tümünün mutfağı zengin. Her vilayetin kendine has meşhur yemekleri var. Tarih, kültür, inanç turizmi ile birlikte gastronominin de benzersiz bileşimini gözler önüne seriyor.

Dicle nehri kıyısında doğal güzelliği ile mükemmel ve kesme bazalt taştan 10 gözlü olarak 1065 tarihinde Mervaniler döneminde inşa edilen ve şehir merkezine 3 kilometre uzaklıkta olan On Gözlü Köprü olarak bilinen (Dicle Köprüsü) yakınında bulunan bir restoranda harika bir yemek yedik. Restoranın ve yemeğin ismi bizde mahfuz. İyi bir servis ve hizmetle birlikte yemeklerden önce servis edilen salata ve yeşilliklerin bolluğu, yemek porsiyonlarının fazlalığı ve fiyatlarının makul oluşu dikkatimizi çekti.  Yani Elazığ dışına çıktığınız zaman hem mideniz hem de gözünüz doyuyor.

Köprünün her iki kıyısı da gezi ve piknik alanları, kafe restoranlarla bezenmiş durumda. Aynı dönemlerde yapılan Diyarbakır On Gözlü Köprüsü, Muş Tarihi Murat Köprüsü ve Palu Tarihi Köprüsü ile ilgili değerlendirmemizi yazı dizimizin sonunda yapacağız.

Yemeğimizi yiyip, çaylarımızı içerek dinlendikten sonra eski Mardin yolundan Mardin’e doğru hareket ettik.

Gezimizin diğer ayrıntıları haftaya…

10.06.2024

Süleyman Yapıcı

Günışığı Gazetesi