ŞAİRLERİN SULTANI
Sultanü’ş Şüara,
Yani Şairlerin Sultanı
Necip Fazıl Kısakürek.
Sanat hayatında başlayan başıboş tavırlı bir yaşantıdan,
Trajik yaşantıya.
Mistik tavırdan,
Toplumun tarihi ve dini kimliğine yöneldi.
Türk edebiyatında farklı bir çıkış yaparak çağımızın buhranını dile getirdi.
Zindanı saraylara tercih etti.
1930’ların ortasına kadar şair,
Daha sonra bir dava adamı oldu.
O, yaşadığı yüzyılın dahisiydi.
Kaldırımlar, Çile ve Sakarya Türküsü şiirleri ile sanatının zirvesine ulaştı.
Tüm şiirlerinde;
Yunus'un derûnî sesini,
Fuzûlî'nin yakıcı ıstırabını,
Bâkî'nin ihtişamını,
Nef'î’nin öfkesini,
Nâbî'nin hikmetli söyleyişini,
Ziya Paşa'nın hicvini,
Abdülhak Hâmid'in metafizik ürpertisini,
Mehmet Âkif'in dinî duygularını,
Ve Yahya Kemal'in tarih özlemini bir arada toplandı.
İşte onun için, Sultanü’ş-Şuara unvanı ona çok yakıştı.
Şiirleriyle Türk şiirinde bir devrim meydana getirdi,
Topluma ışık tuttu.
Şiirleriyle, dini bilgisiyle, ideolojisiyle, tarih ve edebiyat alanında yeri doldurulamayacak büyük bir şahsiyetti.
Üstad, 26 Mayıs 1904 tarihinde dünyaya geldi.
25 Mayıs 1983 yılında hayata gözlerini yumdu.
26 Mayıs’ta ebedi istirahatgâhına defnedildi.
Doğum ile ölümü aynı güne sığdırdı.
En büyük ideali;
Onu anlayan ve davasını savunan imanlı bir gençlik yetiştirmekti.
İşte bu idealini dile getiren “Gençliğe Hitabe”siyle sizleri baş başa bırakıyorum.
Gençliğe Hitabe
Bir gençlik,bir gençlik, bir gençlik...
''Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!'' şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletin büyük çaba ermiş yedi asırlık hayatında; ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah'ın Kur'an'ında ''belhüm adal'' dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türkü madde planında kurtardıktan sonra, ruh planında helak edici tam dört devre bulunduğunu gören... Bu devreleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün ''dikey'' leri ''yatay'' hale getirecek bir nida kopararak ''Mukaddes emaneti ne yaptınız?'' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...
Halka değil Hakk'a inanan, meclisinin duvarında ''Hâkimiyet Hakk'ındır'' düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti Hakk'a kölelikte bulan bir gençlik...
Emekçiye "Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılmazsın!", kapitaliste ise "Allah'ın buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça, serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan Batı adamının bulamadığını, Türkün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslam'da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslam âlemine, bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik... "Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur!"duygusuna sahip bir dava ahlakını pırıldatıcı bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğurunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atacabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve temmiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara "Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başınıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek Müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allah'ın kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin alemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O'ndan başka hiçbir tutanak, dayanak, sığınak, barınacak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kabur farelerine denk muameleye layık görecek bir gençlik...
Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsur yıldır, devrimbaz komadanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp, bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını da gediğine koymandır.
Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan esersen es!..
Allah’ın selamı üzerine olsun!
24.05.2005
Akif Eryaman (Süleyman Yapıcı)
Kardelen
Yeni Ufuk Gazetesi