FETH-İ MÜBİN

Sene 1453…

Mevsim ilkbahar,

Bahar, tazeliğini ve güzelliğini sıcak günlere terk etmeye hazırlandığı günler.

Ihlamur ağaçları alabildiğine coşmuş ve dallarını kırlangıçlar doldurmuş,

İğde kokuları her tarafa yayılmıştı...

Çocukluğunda ninnisiyle büyüdüğü,

Gece rüyalarında adını sayıkladığı,

Kostantiniye onu bekliyordu…

Mehmed henüz yedi yaşlarındaydı.

Hocası Akşemseddin kulağına eğilmiş ve fısıldamıştı;

“Sen mücahidin–i fisebilillahsın. Şimdiden hedefini tespit etmelisin.”

Hedefini belirledi;

Kostantiniyye mutlaka fethedilecekti…

Akşemseddin, hedef tespitinden sonrasını da söylemişti;

“Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma. Yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin.”  Mehmed;

“Hocam, ya şartlar elverişli olmazsa?” diye sorduğunda, Akşemseddin hiç duraksamadan cevap vermişti;

“Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar gerçekleşir.”

Çocuk yaşına bakmadan Bizans’ın fethini düşünmeye başladı.

Konstantiniyye mutlaka fetholunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu fetheden asker ne güzel askerdir.”

Peygamber müjdesi bütün benliğini sarmış,

Hadis-i şerif’i her hatırlayışında yüreği delicesine çarpıyordu.

Peygamber müjdesi ve emaneti şehre meftun olmuş,

Bizans kralının sevemeyeceği kadar Kostantiniye’yi seviyor ve istiyordu.

Hasreti surların burçlarında düğümlü,

Sevdası Ayasofya’nın kubbelerini sarmalamıştı.

“İstanbul’u aç, gülzar yap” diye kulağına fısıldayan babası İkinci Murad’ı,

Fethi Müjdeleyen Hacı Bayram Veli’yi,

Önünde diz çöküp okumayı öğrendiği Molla Gürani’yi,

İkinci üstadı Mollo Hüsrevi,

Fatihlik kıvamına getiren Hocazade Muslihiddin Mustafa’yı düşündü, düşündü…

Gece yarısı Hocası Akşemseddin’e;

“Kostantiniye’yi alabilecek miyim? Bu şehrin fatihi olabilecek miyim?” Diye sordu.

“Tasa etme” dedi Akşemseddin “Kostantiniye’yi alacaksın.”

Hocasına güveni tamdı,

Yüzü aydınlandı,

Gönlü rahatladı.

“Ya ben Kostantiniye’yi alırım, ya  Kostantiniye beni” dedi.

Seneleri günlere, ayları saatlere sığdırdı,

Yüz yıllık hazırlığı bir yılda tamamladı.

Ve Bizans surlarına bakıp:

“Eğer o kalenin benim elimde fetholunması mukadder olmuşsa, burçları ve duvarları değil taştan-topraktan, çelikten bile olsa, eritip mum gibi yumuşacık yaparım” diyordu.

Bizans’ı zor durumda bırakacak Hisar’ı yaptırıyor,

İcat ettiği havan toplarıyla Haliç’teki Bizans gemilerini dövüyor,

Gemileri karadan yürütüyordu.

Molla Gürani savaşın en kanlı yerinde, müritlerinin önünde dalkılıç savaşırken,

Akşemseddin, boynuna doladığı kefenini fetih bayrağı gibi dalgalandırarak,

Talebesinin her tereddüdünü tek kelime ile yok ediyordu;

“Kostantiniye’yi alacaksın! Kostantiniye’yi alacaksın!”

Sur dışından ise Bizans’ı kuşatan gazilerin tekbir sedaları geliyordu;

“Allahü ekber, Allahü ekber!.”.

Bu tekbir sedaları süre sonra tekbir ezana dönüşüp,

Ayasofyanın tepesinde çınlayacaktı;

“Hay alel felah! (haydi kurtuluşa), Hay alel felah! (haydi kurtuluşa).”

Hocası Akşemseddin’in dediği gibi şartlar değişti,

Ve Bizans teslim oldu.

Hasret bitti mi?

Hayır!

Ezeli hasret, ancak o hasretin merkezinde dinebilirdi.

Konstantiniyye’ye giren Fatih’in ilk durağı Ayasofya idi.

Hasret burada bitecekti.

Tekbir sesleri arasında,

Peygamber müjdelisi kumandan ve arkasında onun askeri,

Cennete girer gibi,

Ayasofya’ya giriyordu.

Ayasofya’nın galerilerine dolaştı, kubbelerine çıktı.

Her adımda şükrediyor, dualar mırıldanarak yürüyordu.

Ayasofya’da ilk Cuma namazı kılınacaktı.

Mahşeri kalabalık tekbirlerle, ilahilerle kubbeleri çatırdatıyor,

Müezzinler sala veriyor,

Hafızlar arka arkaya fetih ayetleri okuyordu.

Nihayet ezan...

Allahu ekber Allahu ekber... diye okundu.

Akşemseddin ağır ağır doğrulup padişahı koltukluyor...

Hadi peygamber müjdeli Mehmed’im!..”

Duygu sağnağı altında, cihanı yerinden kaldırırcasına,

Hükümdar talebesini ayağa kaldırıyor.

Şimdi mürid mürşidinin kolunda,

Güçle şefkat kol kola minbere yürüyordu.

Ayasofya artık bir cami ve fethin sembolü idi.

Mutluydu.

Nihayet peygamber müjdesi tahakkuk etmiş,

Mucize gerçekleşmişti.

Adımlar yeni bir çağın eşiğine doğru atılmış,
Ve Fetih tamamlanmıştı.

21 yaşında genç bir padişah olan Fatih Sultan Mehmed,

Sadece imparatorluğun değil dünyanın da kaderini değiştirmişti.

 

31.05.2005

Akif Eryaman (Süleyman Yapıcı)

Kardelen

Yeni Ufuk Gazetesi